31 Aralık 2016 Cumartesi

MAVİ YILDIZ DANIŞMANLIK VE KOÇLUK MERKEZİ

Hoş bulduk...

Bu makalem biraz  özel olacak. Bloğumda bir kaç kere yer verdiğim günceler olmuştu. Bu da belki onlar gibi hislerimi anlatmak maksatlı olacak. 2017'ye girmeye 1,5 saat kala yazıyorum. 2016 yılında önceden "hayalim" olarak baktığım bir adımı attım. Allah devamını hayırla getirmeyi nasip etsin inşallah. İşte bu makalemde o hayale adım adım nasıl yaklaştığımı anlatacağım. Daha yolun başında tazecik bir merkez olan Mavi Yıldız Danışmanlık ve Koçluk Merkezi nasıl kuruldu? Ortağım olan Öğrenci Koçu Merve Peker Kırman ile beraber yaptık ne yaptıysak ama kendi bakış açımdan olduğu için Merve'nin duyguları, heyecanı, hisleri makalemde yer alamayacak...
          Canım oğlum, ikinci göz ağrım Orhan bu işe vesile oldu diyebilirim. Ankara'da çok fazla çevrem olmadığı için Orhan biraz büyüsün kendi başıma bir ofis açma planım vardı. Orhan'ı küçük yaşta kreşe veremeyeceğimi ama aynı zamanda da çalışmak istediğimi her an fark ediyordum zaten. Bunun için oğlumla rahat rahat gidip gelebileceğim tek yer kendi açacağım bir ofis olur diye neredeyse her gün kiralık ofislere bakıyor, danışmalık merkezleri neler yapıyor araştırmalarına giriyordum. Mesleğimi çok seviyorum ve sevdiğim meslek için elimden geleni yapmaya hazırım. Kendi ofisimi tek başıma açma düşüncem de bu sevgiden doğuyor, ama aklımda hep bir ortak bulsam, daha kapsamlı bir merkez açsak, geniş kitlelere ulaşsak, tek başıma ofiste ne yaparım gibi tedirgin düşünceler de yok değildi.
          Merkezin açılmasına Orhan'ın vesile olma hikayesi ise şöyle oldu... Oyun evleri, çocuklar için eğlenceli ve öğretici etkinliklerin yapıldığı yerler arıyordum, haftalık götürürüm Orhan'a değişiklik olur maksadıyla. Gittiğim bir yerde Orhan oynarken mekanın sahibiyle konuştuk ve laf arasında oraya bir de öğrenci koçunun arada bir geldiğini öğrendim. Broşürü varmış aldım inceledim. Öğrenci koçuyla özel ilgilenmemin sebebi mesleğime yakın ama farklı bir alan olmasıydı. Çünkü danışmanların çevresinde bildiği eğitimciler, psikologlar, psikiyatrlerin olması gerekir. Gerekli bir durumda danışanını yönlendirebileceği güvenilir yetkili biri olması gerekir. Ben bu düşünceyle Merve hanımın sosyal medyasını inceledim, yaptığı hizmetleri gördüm, en önemlisi mesleğine olan sevgisini ve onu yaparken ki heyecanını gördüm. Belki de kendi mesleğime olan sevgimi onda o şekilde gördüm. Tanımıyordum ama sevmiştim. Hemen instagram sayfasına bir mesaj gönderdim, tanışmak istediğime dair... Samimiyetle ve memnuniyetle kabul etti, en kısa zamanda gün belirledik ve buluştuk. Bebeği vardı. İlk ortak noktamız belli olmuştu. Çok samimi ve hızla bir muhabbet kuruldu aramızda. Muhabbetin samimiyetinden dolayı kendi ofis açma hayalimden bahsettim, oğlumla rahat bir şekilde gidip gelebileceğim ofis hayalimden ve ikinci ortak noktamız da ofis oldu Merve ile. Sadece ofis açma hayalini ertelediğinden bahsetti. Pek bir fark yoktu, ben de erteliyordum. Aklımızın bir köşesinde "ortak mı açsak acaba?" sorusu yerleşmiş bir şekilde ayrıldık o gün. Telefon ve mesaj görüşmeleriyle ortaklık fikri iyice kafamıza yattı ve ortaklığımızın temelini bir facebook sayfası açarak atmaya karar verdik. Buluştuk konuştuk, peki sayfamızın (dolayısıyla merkezimizin) ismi ne olacaktı? Ben hep yalnız açma hayali kurmak zorunda kaldığım için soyadımı kullanarak YILDIZ AİLE DANIŞMANLIĞI şeklinde açacaktım ama şimdi bir ortağım vardı artık, ona göre düşünmeliydim. Merve bir buluşmamızda kendisinin mavi renkte bir ofisi olma hayalinden bahsettiğini hatırladım ve Merve'ye MAVİ YILDIZ DANIŞMANLIK VE KOÇLUK MERKEZİ olur mu diye sordum. İkimizin de hayalini birleştirince bu kadar mı uyumlu olur, bu kadar mı kulağa hoş gelir, Merve de benim gibi isme hemen ısındı ve merkezimizin ismini koymuş olduk.
Sırada logo vardı. O kısımla Merve ilgilendi açıkçası, bir akrabasıyla beraber yaptılar galiba. İkimizin de mesleğinin merkezinde insan vardı ve insanların oluşturduğu mavi bir yıldız gönderdi bana. Yazısını da yıldıza uygun yerlere koyduk ve artık logomuz da hazırdı. Hemde içimize çok sindi. Heyecanlıydık, artık git gide yaklaşıyorduk bir merkez açmaya...

Dünya telaşı girdi araya ilk tanışma heyecanının hızıyla gitmedi her şey ve biraz yavaşladığımızı farkettik, silkelendik, ailece bir akşam çayı buluşmasında neden boş yere bekliyoruz diye konuştuk veeee ertesi gün Merve bir ofis fotoğrafı gönderdi, bir kaç gün sonra gittik, anlaştık, tuttuk ve en kısa zamanda açılması için başladık içini doldurmaya. Aynı düşüncede olduk ve çabuk uyum sağladık hemen ofis ile ilgili kararlar aldık ve artık merkezimiz hizmet vermeye başladı. Çok şükür, bin şükür. Yeni yılda çok daha hızlı, yoğun ve daha çok insana ulaşıp daha çok eve huzur girmesinde payımız olmasını diliyorum. Benim hayalim sadece o dört duvarı açmak değildi, o dört duvarın içinde çok ailenin huzuruna vesile olmaktı, o ofisten eve dönüş yolunda vicdanın rahatlığı , huzur ve gülümsemeydi. Hayalim için ilk adımı ortağımla beraber attık. Gerisi artık Allah izin verdiği sürece benim odamda, ben ve danışanlarım arasında gizli kalacak olan hikayelerde gizli...
          Ofisin açılma hikayesini anlattım ama birde kendisini tanıtmak isterim. İlmek İlmek dokuduğumuz, içine sevgimizi, emeğimizi, hayallerimizi, heyecanlarımızı, hevesimizi koyarak açtığımız merkezimiz..

Aile Danışmanlığı Odası.

Yani benim ailelerle görüşme yapacağım, hayallerini kurduğum mesleğimi icra edeceğim, daha da önemlisi danışanlarımla kim bilir ne yollar katedeceğim, kimlerin sevincine ve üzünüsüne ortak olacağım, birlikte çözüm üreteceğimiz o içi sır dolu oda.





Öğrenci ve Ebeveyn Koçluğu Odası.

Yani sevgili ortağım, yol arkadaşım Merve'nin hayallerindeki mesleğini yapacağı, Öğrencilerinde farkındalık uyandıracağı, seans sonrası kahvelerini içeceği, nice ebeveynleri bilgilendireceği sevgi ve bilgi dolu oda.



Oyun Terapisi Odası.

Bu oda benim için çok başka... İçi hiç boş kalmayan hep çocuk cıvıltısıyla dolu olan ve içinde her zaman bir melek bulunduracak olan odadır kendisi. Acaba kaç çocuk görecek, kaç cıvıltı duyacak, kaç çocuk mutlu ayrılacak bu odadan. İçi neden mi hep dolu, çünkü oyun terapisi olmadığı zamanlar sevgili miniklerimiz Orhan ve Reyyan odanın hakkını verecekler...
Biz anneler olarak çocuklarımız için kendi işimizi kurduk, onlardan ayrılmadan, onları annesiz, kendimizi de evlatsız bırakamadığımız için uğraştık, onlara da bu odada eğlenmek düşer...


Mesleğimize anne sevgisi de katılınca hevesimiz iyice arttı. Her zaman bekleriz, Kapımız herkese açıktır. Sevgi dolu bir yıl dilerim.
Hoşgeldin 2017
Hoşgeldin Mavi Yıldız...


                                                                                                               Aile Danışmanı
                                                                                                               Hümeyra Yıldız

23 Kasım 2016 Çarşamba

ÇOCUĞUN DÜNYASI

    çocuğun dünyası ile ilgili görsel sonucu      O kadar geniştir ki çocuğun dünyası. İçine girmek, bununla alakalı bir şeyler yazmaya çalışmak, uyum sağlamak için çabalamak, hissetmek, empati kurmak, yaşamak... Evet gerçek yaşam! Kin gütmeden, eskiyi aklında taşımadan, küsmeyi bilmeden, saf, tertemiz, barış ve huzur dolu bir yaşam... Kim girmek istemez ki bu hayata... O halde ne duruyoruz? Haydi bir makale okuma süresince şahit olalım çocuklar ne yapar, nasıl yaşar, ne hisseder? Belki onları anlamaya başlarız, belki onların sahibiymiş gibi davranmaktan vazgeçeriz. Ve belki daha güzel şeyler...
          Çocuğun dünyası denince çoğumuzun aklına oyun gelir. Bu doğrudur. Çocuk oyun ile iletişim kurar. Oyun onun hayatıdır, işidir, en özel ve en mutlu anıdır. Bu yüzden oyun konusuna ilk önce değinmek istedim.
          Bazen çocuklar yemeğe oturtulduğu zaman huysuzluk yapar diye düşünülür... Peki ya sebebi! Yaramazlık mı? Hayır! O an yaptığı bir iş (oyun) yarım kalmış olabilir, pat diye oradan kaldırılıp sofraya oturtulmuş ve aklı tamamen yarım kalan oyunda kalmış olabilir. Bu yüzden o ortamda mutsuz olabilir. Aslında çocuğun bu duygularını çok iyi anlayabiliriz. Kendi önem vererek yaptığımız bir işin tam ortasında yemeğe çağrılınca biraz daha müsaade isteriz değil mi? İşte tam bu açıdan bakarsak anlarız olanların sebebini... Sadece empati. Eğer çocuk 2 yaş üstüyse "oyununun bitmesine son on dakika" gibi hazırlık cümleleri tüm sorunu çözebilir, 2 yaş altıysa dikkatini başka yöne çekmeye çalışarak oyununu yavaş yavaş bitirmesine yardımcı olunabilir. Çünkü biz onun sahibi değiliz. Duygularına, oyununa karışmak, şekil vermek ve onun adına karar vermek için değil; destek olmak, yol göstermek için varız. Hali hatrı sorulduğunda fırsat verin konuşsun, oluşan sorunu fırsat verin çözmeye çalışsın, doktora derdini fırsat verin anlatsın, düşünce fırsat verin kalksın... Siz fırsat verin çocuğunuz gelişsin. Sadece çalışkan, zeki, başarılı olması değil; aynı zamanda özgüveni olan, sosyal, girişken, ihtiyaçlarını giderebilen bir birey olması da gerekir, Ama çoğunlukla ve maalesef bu ikinci kısım arkalara itilir.
          Peki çocuklar neden yaramazlık yapar? Çocuk ilgi ve hizmet bekler, dikkat çekmek için uğraşır. Anne babasını yönetmek ister, istediğinin yapılması için uğraşır. İstediği olmayınca veya istemediği bir şey olunca kırmak ister, öç almak için uğraşır. Yetersizlik hissine kapılır ve yalnız kalmak ister... Çocuğun ne yaptığına değil, ne hissettiğine odaklanılırsa o zaman doğru yaklaşabilir, sorunu ortadan kaldırabiliriz.
          "Tam mutfakta (tezgahta, ocakta) işim olduğu zaman huysuzlanıyor." , "Market gezerken iyi de, tam kasaya gelince huysuzlanıyor." , "Telefonu veya bilgisayarı açtığım zaman huysuzlanıyor." vs...  liste kabarık.. Peki bu çocuk neden yapıyor bunu? Çünkü Gör-mü-yor!!! Çocuklar meraklıdır, öğrenmeye açıktır, merakını gizlemeye çalışmazlar, baktığınız yere bakmak ister, gördüğünüz şeyi görmek ister, konuşabiliyorsa sorular sorar, bilmek ister neler oluyor hayatta? Bu yüzdendir telaşı? Kasadan geçen ürünler nereye gidiyor, ne işlemlerden geçiyor? Annem tezgahta ne yapıyor? Babam bilgisayarda neye bakıyor? Göz kontağı!!! tek derdi budur çocuğun. Hemen bir empati daha girsin devreye. "Huysuzlanıyor" diye düşündüğünüz an eğilip onun boyuna gelin, görmeye çalıştığı yere siz bakın onun bakış açısından, memnun musunuz? O zaman bunun cevabını siz vereceksiniz işte.
          0-6 yaş arası çocuğun en çok sorguladığı, öğrendiği, bilinçaltına depoladığı dönemdir. Biraz önce de bahsettiğim gibi, anne babalar bu dönemde çocuklarına "sahip" gibi davranır ve onlar adına kararlar verir, konuşur, ceza verir, kızar, döver, vs... Ama çocuk bunları değil, sevilmeyi, oyun oynamayı, mutlu - huzurlu ortamda büyümeyi hak eder. Özellikle bu dönemde anne babalar çocuklarıyla bol bol oyun oynamalıdır, daha sonraki zamanlarda zaten okul dönemi geldiği için hayatlarına başka telaşlar girecek ve arkadaşlarıyla oyun daha tatlı bir hal alacaktır. Bu dönemde travmaya sebep olabilecek ağır cezalar verilmemeli (odaya kilitlemeler, karanlığa kapatmalar..) Çıkarcı, ayrımcı, aşırı kuralcı, aşırı rahat olmamalı. Kimseyle karşılaştırmamalı. Çocuğun kızgınlığına, korkusuna, ağlamasına izin verilmeli, sabırla dinleyip, cevaplanmalıdır.
          Çocuğun annesiyle ve babasıyla geçirdiği vakitler ayrı ayrı güzel ve kaliteli olabilir ama bir önemli konu da anne-baba arasındaki ilişkinin güzel olmasıdır. Çocuk evde huzurlu ortam arar, yüksek ses, kavga, gürültü onu huzursuz eder. Bu yüzden anne-baba arasındaki sevgi bağı ne kadar kuvvetli olursa çocuk da o kadar mutlu ve sağlıklı bir birey olur. Bu yüzden anne-babanın ev içi huzuru için özellikle dikkat etmesi gerekir.
          Gülmek bulaşıcıdır. Özellikle eğer gülen çocuksa bütün eve yansır. Çocuğun mutluluğu, sağlıklı psiko-sosyal gelişimi ailesinden geçer. Mesela çevresinde olup bitenleri sorgulayan çocuğa doğru, kısa ve net cevaplar vererek, özbakımını kendisinin yapabilmesi için ona fırsatlar vererek, bir yaş itibariyle yemeğini (döke-saça da olsa) kendi yeme tecrübesini yaşamasına izin vererek, korkusuna, sevincine, kahkahasına, kısacası duygularına saygı duyup onu önemseyerek, çocuğun özgüven gelişimi sağlanmış olur.
          Çocuk oyunla olduğu gibi çizdiği resimle de sıkıntılarını, sevincini, mutluluğunu, üzüntüsünü, yasını, hıncını, ailesini, çevresini, duygularını ve daha bir çok şeyi anlatır. Bu yüzden çizdiği resimleri de önemsemek ve değerlendirmek gerekir. Çizdiği resimleri anlatmasını sağlamak ve üzerinde vakit geçirmek çocuğa kendini değerli hissettirecektir.
          Ebeveynler hata yapmayan, mükemmel çocuklar yetiştirmek için çabalar dururlar. Ama asıl hatayı işte o zaman kendileri yaparlar. Çocuk deneme-yanılma-yaşama yöntemiyle öğrenir, eğer hata yapması üzerine ebeveynin tepkisi olumsuz olursa bu sefer çocuk hata yapmaması gerektiğini düşünerek pasifleşir ve artık hiçbir iş için adım atmaya cesaret edemez. Soru sorunca komik karşılanır, gülünür, dalga geçilirse merak ettiklerini soramaz. Yapılması gereken; yere düşülebilir, hata yapılabilir, ilginç sorular bile sorulabilir olduğunu çocuğa hissettirip onu önemsemeli, kendini önemli hisseden çocuk aktif, başarılı, girişken ve sosyal bir birey olarak yetişir. Bir de şu var ki, çocuğunun hata yapmamasını isteyenler hiç mi hata yapmamış? Beklentilerimizi mantıklı seçelim.
Anne-babanın birden fazla çocuğu olabilir ama her çocuğun bir tane annesi, bir tane babası vardır. Bu yüzden anne-babalar doğru örnek olmalı, her bir çocuğunun ayrı bir birey olarak değerli olduğunu ona hissettirmelidir.
          Bir çocuk gözünden hayvanlar, çiçekler, yapraklar, su, hava, toprak vs.. yani kısacası Allah'ın yarattığı her şey çok güzel, bambaşka görünür. İşte hayatı güzel yaşamak için bir bakış açısı. Çocuğun gözünden bakın hayata. Bulutlardan anlam çıkarmak, yıldızlara hikaye kurmak, karıncaları izlemek hayal kurmak, çiçeğin güzelliğine aşık olmak, yere düşen yaprağa göre adım atmak ... Her an eğlence, her an oyun, her an bu güzelliklerden dolayı mutluluk ve şükür... Anne-babaya asıl şükür sebebidir çocuk..
          Hep derim; çocuk üzerinde konuşulacak konu sayısı bitmez, deryadır çocuk, ucu bucağı görünmez... Ama bu makalemi, çocuk üzerinde ailelerin beklentilerine değinip bitireyim istedim. Çocuğum kitap okusun, ders çalışsın, televizyon izlemesin, telefonla oynamasın, yaramazlık yapmasın, gürültü yapmasın, şımarmasın, dağıtmasın, dökmesin, kırmasın...... Abartmıyorum, yaşanılan ve hala da bir çocuktan beklenmeye devam edilen davranışları yazıyorum. Kitap okumasını istiyorsanız önce siz kitap okuyun, tv izlemeyin, telefonu siz önce bırakın gibi herkesin bildiği, sürekli duyduğu, ama uygulamakta zorlandığı şeyleri de yazmayacağım...
Önemli olan doğru rol model olmak; çocuğu bu kadar kısıtlamamak ve ailenin kendisinin yaşadığı hayattan mahrum bırakarak büyütmemek gerektiğini düşünüyorum.

Sevgili ebeveynler... Çocuğunuzu düşünüyorsunuz. Yanlış şeyler yapmasını istemiyorsunuz. Haklısınız. Ama yapmasını istemediğiniz şey madem zararlı, siz de kendinize zarar vermeyin. Bu çocuğun sağlıklı ve mutlu bir aile ortamına ihtiyacı var unutmayın!!!

                                                                                       Aile Danışmanı
                                                                                      Hümeyra Yıldız









5 Kasım 2016 Cumartesi

KENDİ HİKAYENİ KENDİN OLUŞTUR

kitap ile ilgili görsel sonucu
          Birden aklıma geldi eğer oğlumun yaşı uygun olsaydı hemen yapardım ama şu an yapsam pek işe yaramayacağı gibi oğlumun elinde paramparça oluşunu görmek beni üzecek. Bu yüzden ben gelecek yıla erteliyorum ama belki fikrimi beğenen olur düşüncesiyle paylaşmak istedim. Kendi hikaye kitabınızı çocuğunuzla beraber oluşturmaya ne dersiniz?
Malzemeler:
🐎🐈🐕🌷🍀🍃🍒🍏🍇🌎🌅🚂🚘🚁🌞🌈Hayvan,doğa,mevsim,yemek vs gibi çıkartmaları kırtasiyeden bulabilirsiniz.
👉İsteğinize göre bir çıkartma yapıştırın ve çocuğunuza sorarak hikayenin devamını getirebilirsiniz. Çıkartmaları seçip size sebebini anlatarak versin ve sizde sayfanın üzerine o hikayeyi yazın.
📒📖📄Kitabınızı ister boş bir defter üzerine, isterseniz karton kağıtlar üzerine yapabilir sonra sayfaları birleştirebilirsiniz. Kitabınızın kapağını kendinize özel renklendirip şekillendirebilirsiniz.
👉Her çocuğun gelişimi farklıdır. Siz çocuğunuzun yaşını uygun buluyorsanız deneyin ama tahminime göre yapıştırmaları tekrar çıkartmayacak ve hikaye oluşturmanıza yardım edecek yaş, 2.5 - 3 yaş grubu.
👉Hem birlikte güzel, eğlenceli vakit geçirmiş olursunuz hem de bir şeyler üretmiş olursunuz.
👉Kitap oluşturma etkinliğinin çocuğunuzda bıraktığı izler= Özgüven gelişimi, başarma duygusu, mutluluk, değerlilik hissi, el-göz koordinasyonu, dikkat toplama, kitap yazma ve kitap okuma😉 Tabi bunlar sadece aklıma gelenler. Çocukla birlikte geçirilen kaliteli vaktin etkisi ben eminim ki çocuk üzerinde düşündüğümüzden çok daha fazla oluyor.
👉Arada bir böyle farklı konulardan kitap oluşturabilirsiniz ve daha sonra bunu gazete oluşturmaya çevirebilirsiniz. Yada aklınıza başka ne gelirse😉 Benden şimdilik bu kadar... İyi eğlenceler...
Aile Danışmanı / Oyun Terapisti Hümeyra Yıldız

6 Ekim 2016 Perşembe

ÇOCUKLARDA MAHREMİYET EĞİTİMİ

çocuklarda mahremiyet ile ilgili görsel sonucuÖncelikle açıklanması gereken bir konu olduğunu düşünüyorum. O  da; mahremiyet eğitimi, sadece cinsel bilgilerin verildiği bir eğitim demek değildir. Mahremiyet eğitimi, içinde cinsel bilgilendirmeyi de kapsayan daha geniş bir konu içerir. Çocuğun vücudundaki özel bölgelerinin, insanların ve kendisinin özel hayatının farkına varılmasını, saygı duyulmasını ve sınır koyulmasını sağlar.

Çocuklarda mahremiyet eğitimi doğum anı itibariyle başlar. Çocuğun anlayacağı yaşı bekleyip, en az iki yaşına kadar "nasılsa küçük daha anlamıyor!" diyerek bebeğe mahremiyet hassasiyetiyle yaklaşılmaması, onun bilinçaltına kazınır ve gelecek zamanlarda kendisinde de bu hassasiyetin oturmamasına sebep olur. Bu konuda ailelerin dikkat etmesi gereken önemli noktalar vardır. Bu makalemde bunlardan bahsedeceğiz.

Mahremiyet eğitimi sadece anne-baba tarafından verilir. Doğduğu an itibariyle demek istediğime gelince; bebeğin vücudundaki mahrem bölgeleri; anne-baba, bebek bakımında yardımcı olan aile büyükleri ve varsa bakıcısı haricinde  kimseye gösterilmemelidir. Banyo yaptırırken, altını alırken, kıyafetini değiştirirken vs... yalnız kalacağınız bir mekanı tercih etmenizi tavsiye ederim. Özellikle bebeğin çıplak fotoğrafları sosyal medyada paylaşılması çocuğun gelecek zamanda hem utanmasına sebep olan bir davranış olurken hem de onun mahremine saygı duyulmamış oluyor. Büyüyünce anlatılmasındansa en baştan örnek olacağınız ve alışkanlık haline getireceğiniz bu davranış, çocuğunuzun aklına daha kolay kazınmış olur. Yavaş yavaş anlamaya başlayan çocuk, aynı zamanda kendi özel bölgelerinin de ona ait olduğunu ve kimseye gösterilmemesi gerektiğini yaşayarak öğrenmiş olur.
Daha küçük diyerek çocuğu başkalarının yanında soyup giydirmemeli, anne-baba da çocuğun yanında giyinip soyunmamalıdır.

Gelelim çocuğa mahremiyet konusunu anlatmaya başlanan kısma. İki yaş itibariyle çocuğa, vücudunun özel bölgeleri tanıtılmalı; bu bölgeleri koruyabilmeyi ve gizlenmesi gerektiği anlatılmaya başlanmalıdır. Özel bölgelerin, anne-baba ve doktorlar dışında kimseye gösterilmemesi gerektiği de eklenmelidir. Kendisinde bulunan özel bölgelerin anne-babasında ve diğer insanlarda da bulunduğunu, (anne-babasından görmeyi istese bile) gösterilmeyeceğini ve sadece kendilerine özel olduğu bilgisi verilmelidir. Çocuğun cinsel bölgelerle ilgili sorduğu sorulara anne-baba kesinlikle kendi vücutları üzerinden değil, çocuğun veya resimli bir kitabın üzerinden anlatmalı, kısa ve net bir şekilde, utanmadan, rahatlıkla cevaplamalıdır. Çünkü çocuk sadece, diğer konular gibi cinsel konularda da merakını gidermek ister. Böylelikle çocuk kendi özel alanını korumayı öğrenirken, başkalarınınkine de dokunulup bakılmayacağını öğrenmiş olur. Dikkat edilmesi gereken bir husus daha vardır. Çocuk soru sormadan cinsel konular anlatılmaya başlanmamalıdır. Sadece soru sorduğunda (kendi hemcins ebeveyninin cevaplaması gibi bir şart yok, soruyu kime sorduysa) sade dille cevaplanmalı, eğer anne-baba cevaplamakta zorlanacağı bir soruyla karşılaşırsa, çocuktan sorusuna cevap verebilmek için biraz müsaade istemelidir.

Çocuklara evde kapalı olan kapıların çalınarak girileceği bilgisi 4-5 yaşında verilmelidir. Anne-babanın odasının kapısı kapalıysa, çalınması gerektiğini sözle anlatmanın yanında daha önemli ve etkili olan rol model olarak, yani 'çocuğun odasına kapıyı çalıp izin isteyerek girmeyle' anlatılabilir.

Küçük çocuklarda cinsel organlarının konu edilerek sevilmesi, onların hem mahremine saygısızlık olurken, hem de 'cinsel organlar şaka konusu olabilir' düşüncesine sebep olur. Ayrıca bu şekilde davranışlar çocuğun gözünde normalleştirilirse, çocuğun yabancılara karşı kendi özel bölgelerini koruması da tehlikeye girmiş olur.

İki yaşı itibariyle tuvalet alışkanlığı beklenen bir çocuktan 4 yaş itibariyle de tuvalet sonrası temizlik alışkanlığı da beklenmeye başlanılabilir. Aynı zamanda tuvalette kimsenin özel bölgesini görmemesi için yalnız kalınması gerektiği ve tuvalet kapısının kapalı olması gerektiği bilgisi de verilmelidir.
Çocukla hiç bir zaman birlikte banyo yapılmamalıdır. 6 yaşından sonra banyoda çocuğa kendi mahrem bölgelerini temizleme fırsatı tanınmalı ki, artık çocukta mahremiyet duygusu iyice gelişmiş olsun.

Okula başladıkları zaman çocukların artık ailesinden de gizlemek istedikleri şeyler olabilir. Günlük, mektup, fotoğraf vs... gibi. Bu özel hayatına saygı duymak için ona özel bir kutu ayarlayıp kimsenin bakmayacağı ve kendisine ait olduğu söylenebilir.

Bebeklerin yatak ayrımı konusuna gelince... Bu konuda ülkemizde iki farklı yöntem deneniyor. Doğu ekolünde daha çok tercih edilen bebek anneyle aynı yatakta 6 aya kadar, aynı odada 2-4 yaşlarına kadar kalabilir düşüncesi. Bir de batı ekolündeki gibi bebeğin 6 aydan sonra (yaşından önce) odasının ayrılması düşüncesi. Ortalama olarak gerçekleştirilen ve normal düzey olarak görülen düşünce; bebek anne-babayla aynı yatakta hiç yatmamalı, aynı odada farklı beşikte yatmalı, iki yaşında da odası ayrılmalıdır. İki kardeş için oda ayırma zamanı ise, ilk okul zamanı olarak doğru görülebilir.

Mahremiyet eğitiminde sözlerden çok davranışlar ve ebeveynin bu konuya verdiği tepkiler önemlidir. Çocuğun dudağından asla öpülmemeli, aşkım, sevgilim gibi eşe söylenilen hitaplar çocuğa söylenmemelidir. Çocuk bunları hemen modeller ve kendi hayatına geçirir. Bu yüzden ebeveynlerin üzerine vazife olan bu eğitim çocukların gelişimde çok önemlidir.

Aile Danışmanı
Cinsel Danışman
Oyun Terapisti
Hümeyra Yıldız

3 Ekim 2016 Pazartesi

ÖFKE...

öfke ile ilgili görsel sonucu

Öfke ...
Hüzün, sevinç, heyecan, üzüntü kadar normal ve sağlıklı bir duygudur... İnsan duygularıyla yaşar, ve duygularıyla varlığını belli eder. Öfke de insanın varlığını belli etmek için kullandığı duygularından biridir.

Öfke denince akılda, sorunlu bir kişilik veya sıkıntılı bir durum canlanıyor olabilir. Ama asıl sorun öfkenin varlığı değildir -ki öfke var olması gayet normal bir duygudur demiştim- , asıl sorun öfkeyi kontrol altında tutamayıp saldırganlığa ve kavgaya dönüşme halidir.

Öfke, farklı gibi görünse de diğer duygularla ilişkisi çok kuvvetlidir, hatta öfke çoğu zaman kendi başına var olmaz. Ne demek mi istiyorum? Anne geç kalan çocuğunu merak eder, başına bir şey gelmesinden korkar, öfkelenir.. Bir başkası üzülür öfkelenir, endişelenir öfkelenir vs... öfkeyi diğer duygulardan bağımsız tutamayız.. Ama öfkelenmeden önce durup bir düşünmemiz lazım. Bu neyin öfkesi? Aslında ne hissediyorum? Gerçek duygumuzu anlarsak o zaman daha mantıklı yaklaşabiliriz.

İnsanlar artık dediğini daha çabuk yaptırabilmek için bağırmayı, öfkelenmeyi seçer olmuş durumda. "Ne yapayım başka türlü anlamıyor", "onun dilinden konuşmak lazım!" gibi öfkenin artık normal hayata iyice yerleşmiş olması gerçek bir sorun olarak görülebilir. Öfke dilini seçmek yerine, iletişim - empatiyi seçmek gerekir.

Kontrol edemediğimiz öfke, yenmemiz gereken büyük bir düşmandır. Peki öfke kontrol edilebilir mi? Elbette öfke öğrenilen bir süreçtir ve kontrol edilebilir. Ancak öfke ile bilinmesi gereken en büyük özellik, bir insan sadece yaşadığı anın temsili olarak öfkelenmez. Muhakkak öncesinde dolan duyguları ve yaşanmışlıkları vardır. Yaşadığı patlama anı, en son damla olmuştur ve öfke meydana gelmiştir. Bir de öfkeyi yaşam biçimi haline getirmemek gerekir. Öfke kontrolünde maksat, sonradan pişman olunacak anlık tepkilerden kaçınmak, gerçek sorunu anlamaya çalışmak, kalıcı insani çözümler üretmektir.

Öfke kontrolü demek, hiç tepki vermemek, alttan almak, öfkeyi konuşmamak ve unutmak demek değildir. Öfkeyi anlayıp, doğru yönlendirebilmek demektir.

Öfkelenince insanın nabzı, kalp atışı ve dolayısıyla nefes alış-verişi hızlanır, bu yüzden kişi o anda nefes egzersizi yaparak normal temposuna getirmeye çalışmalıdır. Yani derin derin burundan nefes alıp beklenir, yavaş yavaş ağızdan verilir. Mekan terk edilir, başka şeyler düşünmeye başlanır. Sağlıklı düşünebilmek için, nefes normale dönene kadar egzersiz devam edilmelidir. Kişi kendini normal ifade etmeyi öğrenmeli ve içinde biriktirmemelidir.
Üstesinden gelemediği ve kontrol edemediği bir öfkesi olduğunu düşünüyorsa bir danışmana gitmesini tavsiye ederim.

Aile Danışmanı
Hümeyra Yıldız

25 Eylül 2016 Pazar

Mutluluğa Tersten Bakmak

tersten bakınca prenses ile ilgili görsel sonucu          Bu bloğu, evlilikte ve ailede mutluluk üzerine bireyler neler yapabilir diye bildiğim, öğrendiğim ve öğreneceğim tüm bilgileri okurlara aktarmayı amaçlayarak açtım ve iki yılı aşkın süredir bu amaca hizmet için bloğumu aktif olarak kullanıyorum.
          "Aile" çok geniş bir konu.. Bu makalemde "mutlu bir evlilik için ne yapılabilir?" yaklaşımına ters açıdan bakarak yanaşmaya çalıştım.
          Yani; sorun nereden başlar?, mutsuz evlilik insanda nelere sebep olabilir?, ilişkinin bitişi.. gibi konulara değindim.
          Duygusal zekanın evlilik üzerindeki etkisi yadsınamaz. Peki nedir duygusal zeka? Kısaca açıklamak gerekirse; bireylerin birbirlerini anlama, birbirlerine ve evliliklerine değer verme ve saygı gösterme yetenekleridir. Bir çiftin duygusal zekası ne kadar yüksekse, evliliklerinde de mutluluk olasılıkları o kadar artar.
          Her evliliğin kendine özgü bir dili vardır. Bu dili eşler iletişimlerinde, sohbetlerinde hatta tartışma esnasında bile kullanarak anlaşabilirler. Evlilik emek ister ve evliliğin dilinin oluşması da zaman gerektiren bir durumdur. Kimi evlilik tartışma anını birbirlerini dalgaya alarak sonlandırabilirken, aynı dalga geçme olayı bir başka evlilikte tartışmayı körükleyen bir unsur olabiliyor.
          Araştırmalara göre mutsuz bir evlilik insanda hastalanma olasılığını yaklaşık %35 oranında artırıyor. Hatta ömrünü 4 yıl kısaltabiliyor. Hastalık veya ömürle mutsuz bir evliliğin ne alakası var diye düşünenler olabilir elbet. Her hastalığın tetikleyicisi stres... Mutsuz bir evlilikte de stresten bol ne olabilir! Sırf bu yüzden bile yapılması gereken neyse bireyler yapmalı, hem sürdürdükleri evliliğin keyifli hale gelmesi için, hem de kendi sağlıkları için...
       
          Peki boşanmaya doğru giden çiftlerdeki belirtiler nelerdir?
- Tartışmaya sert bir giriş yapmak... Tartışmanın nasıl sonlanacağı %96 oranla, 15 dakikalık bir etkileşimin ilk 3 dakikasından belli olur. Eğer ki yumuşak bir başlangıç yapmayı başarabilirse olumlu sonuçlanır ama sert başlangıç (iğneleme, kışkırtma, abartma, sen dili...) tartışmayı daha da büyütür ve hatta çıkılmaz hale sokar. (Yumuşak başlangıç yapabilmek için öneriler makalenin sonunda yer alıyor.)
- Eleştiri, hor görme, kendini savunma, duvar örme (John Gottman). Bu dört seçenek çiftlerde olumsuz bir etki bırakır. Evliliklerde eşler muhakkak birbirlerinin bazı davranışlarından yakınırlar. Ancak yakınmayla eleştiri arasında fark vardır. Yakınma; beğenmediğiniz davranış üzerine olan şikayetinizken, eleştiri daha geneldir. Mesela; eşinin çoraplarını sürekli ortalıkta bırakmasından bıkan birinin bu davranışından hoşlanmadığını ifade etmesi yakınmadır. Ama 'çok dağınık bir insansın' diyerek durumu geneller ve kişiliğine değinirse bu eleştiridir ve eleştiri tartışma esnasında yapılmaması gereken bir davranıştır. Hor görmek ise eşlerin tartışmayı körüklemesine neden olur. Eşinin yaptığını beğenmeyip küçümsemek, iğnelemek... Tartışma eleştiriyle başlar ve hor görmeyle devam eder. Eğer ki eşlerden biri tartışmanın büyüdüğünü fark edip frene basmazsa 'Kendini savunma'ya başlarlar ve devam eden tartışmada en son olarak "nasılsa beni dinlemiyor, anlamıyor." düşüncesiyle 'Duvar örme' durumu belirir. Çoğunlukla tartışmayı erkekler duvar ören taraf olarak sonlandırır. Sonlanmış gibi görünse de aslında bitmemiştir ve iki taraf da içinden olayı daha da büyüterek düşünmeye devam eder. Bu durumda eşlerin aklından geçenlere hakim olması ve tartışma konusundan uzaklaşıp daha da büyütmemeleri gerekir. Güzel günlerini, birbirlerine söyledikleri sevgi sözcüklerini, iyi hatıraları düşünmeye çalışmaları onlara yardımcı olacaktır.
- Eğer ki düşüncelerine hakim olamazlarsa 'taşma, patlama' yaşarlar ve tartışma daha da büyür.
- Büyüyen tartışma esnasında kalp atışları ve nabız hızı artar, sağlıklı düşünemez hale gelir ve eşler birbirlerinin ne dediğini tam olarak dinleyemez ve anlayamaz bile. Bu durum tartışmayı eğer durdurmazlarsa daha da körükleyici sebep olur.
- Tartışmanın büyüdüğünü fark edip onarma girişiminde bulunmaya çalışsalar bile eğer hala eleştiri,hor görme, savunma ve duvar örme devam ediyorsa bu onarma girişimi her zaman başarısız olur.
- Tartışma o kadar büyümüştür ki, baştaki konudan sapmış ve evliliğin ilk gününden itibaren tüm kötü anılar ortaya çıkmaya başlanmıştır. Hatta öyle ki, iyi anılar unutulmaya yüz tutmuştur bile...
       
          Çiftler genellikle evlilikleri son raddeye gelince uzmandan yardım almaya karar verirler. Aslında tartışma başlarken durumu kurtarmak mümkün, sadece bilmek gerekir. Peki bir sorunun başlangıcını nasıl fark edebiliriz?
*Çiftlerin birbirlerine söylediği sözlerde (mesela sert başlangıcın hakimiyetinde, eleştiri- hor görme- kendini savunma ve duvar örme başladığında, tartışmayı bitirmeye çalışan taraftan etkilenmeyi kabullenme isteksizliğinde),
*Onarma girişimlerinin başarısızlığında,
*Fizyolojik tepkilerde (dolup taşma) ve
*Evlilikleri hakkında artık olumsuz düşüncelerin hakimiyetinde fark edebiliriz. Bu şekilde evlilikte eşler durumu kurtarmak için yapılması gerekenin ne olduğunu fark eder ve ona göre yaklaşırlar.

          Boşanma gerçekleşmiş olsa da olmasa da ilişkinin bittiğini gösteren bazı belirtiler vardır. Bireyler evlilikteki sorunlarını çok ciddi bulurlar ve çözümü imkansız gibi düşünmeye başlarlar. Onlara olaylardan söz etmek artık yararsız görünmeye başlamıştır ve sorunları kendi başlarına çözmeye çalışırlar. Birbirlerine koşut yaşamlar sürdürmeye başlarlar ve artık yalnızlık baş gösterir. Artık düşüncelerinde hayatlarını tamamen ayırmışlardır ve bu durumda taraflardan birinin hayatına yeni biri girebilir. Araştırmalara göre evlilik dışı ilişki genellikle, can çekişen bir evliliğin nedeni değil, belirtisidir. Genellikle zannedilen, 'evliliğin bitmesine sebep olan şey aldatmadır'. Ancak çoğunlukla bireyi aldatmaya iten şey evliliğin sona yaklaşmasıdır.

          ANCAK HER ŞEY BİTENE DEK HİÇBİR ŞEY BİTMİŞ SAYILMAZ...

Tartışma esnasında yumuşak bir başlangıç yapmak için John Gottman'dan bazı öneriler:
1- Yakının ama suçlamayın.
2- "Sen" yerine "ben" ifadeleri kullanın. ("Ben Dili" diye tabir ettiğimiz ve tartışmaları yumuşatmada çok işe yaradığı gözlemlenen bir ifade türüdür. Örneğin "Sen beni anlamıyorsun" cümlesi yerine "Ben yanlış anlaşıldığımı düşünüyorum" cümlesinin kullanılması.)
3- Olanları anlatın, değerlendirme yada yargılama yapmayın.
4- Açık olun.
5- Nazik olun.
6- Takdir edin.
7- Meseleleri biriktirmeyin...

          Bu makalemi oluştururken evliliklerdeki sorunlara, tartışmanın ilerlemesine ve boşanmaya kadar giden sürece değinip tam tersini mesaj olarak vermeyi amaçladım. Çok sevdiğim bir sözü bir kere daha yineleyerek kullanıyorum bu yazımda da.. "Edepliye sormuşlar -bu edebi nereden öğrendin? diye, -edepsizden demiş!" misali, evlilikteki sorunlarla mutsuzluğu görerek, çözülmesiyle mutluluğa giden yolu anlamak gerekir..
          Evlilik emek gerektirir. Hemen kurulu bir hayatla evliliğe oturan çift yoktur, o hayatı ilmek ilmek dokuyarak yaşanılır hale getirmek gerekir. Bir alanda uzmanlaşmak için yıllarca dirsek çürüten, diplomalar biriktiren insanların evlilik hakkında anadan doğma profesyonel olacaklarını sanma düşüncesi ne kadar mantıklı olabilir ki?!...

Yardımcı kaynak: Evliliği sürdürmenin yedi ilkesi (John Gottman-Nan Silver)


                                                                              Aile Danışmanı
                                                                              Hümeyra Yıldız

20 Temmuz 2016 Çarşamba

14 TEMMUZ 2016 BUSİNESS CHANNEL TÜRK




          14 Temmuz 2016 tarihinde Business Channel Türk TV'de katılmış olduğum Goncagül Feyman'ın sunduğu "işin ehli" programında; evlilik öncesi danışmanlık, gerçekleşmeyecek beklentiler, nasıl daha mutlu aile olunur, çocuk olunca nasıl daha kaliteli vakit geçirilir... gibi konuları kısaca konuştuk.
          İzlemek isteyenler için kaydın tamamını bloğumda da paylaşıyorum. İyi seyirler.

17 Haziran 2016 Cuma

MÜKEMMEL ANNE

 Mükemmel anne başlığını görünce belki de bir çoğunuzun gözünde; evi pırıl pırıl, çocuğu tirim tirim, ocakta nefis yemekleri, saçlar fönlü, tırnaklar manikürlü, fit bir vücut ve yüzünde kocaman  gülümseme olan bir kadın canlanmış olabilir. Hayır ben bunlardan bahsetmeyeceğim ama.
          Evi dağınık olabilir, yemeği son anda ocağa konan makarna olabilir, koltuğun altından veya mutfağın gizli köşelerinden topların çıktığı bir ev olabilir, saçlar ise fönü çoktan unutmuş bile olabilir...
          Bir anneyi mükemmel yapan çocuğunun gözlerinin gülümsemesidir. Onunla geçirdiği kaliteli zamanlardır. Oynadığı oyunlardır. Evi dağıttığı için çocuğa kızınca ev kendiliğinden toplanacak değil ya, az sabır, geçecek bu günler, büyüyecek bıdıklar. Büyüyünce özleyeceğimiz miniğimizden şimdiden çok şey beklememek lazım, doyasıya yaşasın çocukluğunu. 
          Her zaman istediğini yapabilir, çocuktur da demiyorum! Her şeyin bir zamanı var elbet. 1,5 yaşından sonra oyunla odayı toplamayı da öğrenecek yavaş yavaş. Anne her şeye evet dememeli ama aynı zamanda her şeye hayır da dememeli. Hayır derken bir düşünmeli, o red kendi işini kolaylaştırmak için mi, yoksa çocuğuna bir zarar veya sakıncası olan bir davranış için mi oluyor. Süzmeli ve o zaman hayır demeli. Bunun da bir sebebi var tabi. "Hayır" öyle anlarda söylenmeli ki ciddiyetini korusun ve o kesin bir karar olsun çocuğun gözünde. Sürekli duyduğu bir kelime olursa artık önemini yitirir ve işe yaramaz, o zaman çocuk hala yapmaya devam ederken annede gerginlikler de başlar tabi. Dengeyi korumak burada önemli işte. 
          Gelelim mükemmel anneliğe. Başta saydığımız özelliklerin hepsini üzerinde taşımayabilirsin ama bir daha gelmeyecek olan tatlı günlerin kıymetini bilmelisin. Çocukla kaliteli vakit geçirmek, sosyal bir ortamda nasıl konuşulacağını oyunlara katmak (teşekkürler, güle güle vs...) sesler, şekiller, renkler, sayılar, müzikler, türkçe alfabe, istersen ingilizce alfabe veya elifba bile oyunlara katılarak eğlenilebilir ve öğrenilebilir. Çünkü o bir çocuk ve oyun onun dünyası, her şeyi oyunla öğrenir. Kuralları, yasakları, eğitimi, öğretimi, ahlakı, keşfi... Biraz okumayla ve araştırmayla çocuklarla geçirilecek vakit için bir sürü bilgi toplayabilirsin. Evi, mutfağı, tamir malzemelerini, kullanabilirsin, beraber çamaşır katlayabilir, kek çırpabilirsin... Bunlar basit görünse de, hepsi çocukta gelişim için çok önemli şeylerdir. İnce motor becerilerinin gelişimini, fiziksel ve zihinsel gelişimini hem görsel hem işitsel olarak desteklemiş olursun. Yeni bir oyuncak alındığında nasıl oynanacağını gösterme mesela. Önce keşfetsin, kendisi bulsun, çalışsın miniğin aklı, kaşif olsun. Sonra bulamazsa gösterirsin oyun şeklini. Ama yanlış yaparsa tepki verme; "öyle mi yapılır o, oraya mı takılır" gibi, zedeleme başarma isteğini ve hevesini. Yaratıcı düşünceler bu şeklide yok edilir işte. Bulunca hep tebrik et, onunla sevin, alkışla, mutlu ol. Bak ne kadar kolay aslında mükemmel annelik, bir çocuğun sevinci büyüklüğünde, hem kolay hem de kocaman.. 
          Anne kendisi mükemmel olmaya çalışırken aynı zamanda çocuğunun da mükemmel olmasını ister ve baskı uygular, bir bakıma çocuğunun çocukluğunu yaşamasını kısıtlar aslında. Çocuk ise, hiç bir art niyeti olmadan sadece oyun, keşif veya dikkat çekmek için döker dağıtır. Çünkü o sadece bir çocuk, eğlenmek, oynamak ister. Kırıp dökmede art niyet maalesef büyüklerin işidir, çocukların değil.
          Bu yüzden mükemmel anneliği yanlış sularda aramamalı ve çocuğun mutluluğuyla mutlu olmayı başarmalı. 
          Bir de küçük bir not babalara gelsin isterim. İşten yorgun gelip televizyon karşısında uzanmak babalık değildir. Çocuğun babasının da ilgisine ihtiyacı vardır. Babanın da çocuğuna vakit ayırması gerekir, iş çıkışları ve hafta sonları. Bu hem çocuk hem de anne için çok önemli dakikalardır. Anne kendisine vakit ayırıp dinlendikçe daha mutlu olur. Dinlenmiş, mutlu bir anne demek, mutlu bir aile demektir. Bir ailede kadının değeri bilinmeli ki, mutluluk sağlanabilsin. İşte bu da mükemmel babalıktır!

                                                                 Aile Danışmanı - Oyun Terapisti
                                                                             Hümeyra Yıldız

25 Mayıs 2016 Çarşamba

PAYLAŞMAK..

          Paylaşmanın insan üzerindeki etkilerinden bahsetmek istedim bu yazımda. Çünkü insan hayatının bütün evrelerinde paylaşmak var. Bu kadar önemli bir yere sahipse paylaşmak, ya çok güzel bir şeydir, yada çok gerekli. Sizce? Bence ikisi de. 
          Doğarız, annemiz olur, babamız olur. İkisini ayrı severiz. Ama onlar da birbirlerini severler, işte tam o noktada sevdiğimizi bir diğeriyle paylaşırız. Kardeşimiz olur, önce anne-babamızı, sonra oyuncak ve eşyalarımızı paylaşırız. Yaşarız, büyürüz, bu süreçte bir çok şeyi, bir çok kişiyle paylaşmış oluruz zaten. Sonra çevremiz olur, arkadaşlarımız, dostlarımız, sevdiğimiz, sevmediklerimiz olur. Okulda kalemi, kitabı, defteri hatta kopyayı paylaşırız. Tenefüste oyunu, süreyi, arkadaşlarımızı paylaşırız. Zaman geçer, onu da paylaşırız elbet. Sonra evleniriz. Önceden bir hayatımız vardı ama artık sevdiğimizle o hayatımızı da paylaşırız. Sevgimizi, duygularımızı, aşkımızı, hüznümüzü, mutluluğumuzu, bir tas çorbamızı, duamızı paylaşırız.
          Çok paylaşımcıyız evet. Bazen bencilliğimiz tutar, hep ben deriz. Ama mutlu olamayız o bazenler. İnsanın yaradılışında gizli bir cevherdir paylaşımcılığı. Peki o 'ben tiryakiliği' niye var o zaman. İşte orası tamamen imtihan. Hani genelde filmlerde görürüz ya, insana sağ omzundan melek güzel düşünceler verirken, sol omzundan kötü düşünceler verir şeytan. Belki bu iki ayrım çok keskin olur ama 'ben tiryakiliği' ile 'paylaşımcı ruhumuz' işte bu iki savaşçı gibidir. Tarafını seçmek tamamen sana kalmış. 
          Paylaşımcılık başkalarını da düşünmeyi gerektirir. Mutluluk ise bulaşıcıdır. Bir paylaşım anınızı kameraya çekseniz eğer görürsünüz. Paylaştığınız ufak bir şey bile olsa, muhatabınızın yüzünde bir gülümsemeye sebep oluyorsa eğer ki, o sizin yüzünüze de yansır ve ayrıca tüm gününüze, hatta gününüz içinde hayatınızdan gelip geçen insanlara da yansır. Bir paylaşım, bir gülümseme, bir mutluluk.. Daha ne olsun..
          'Ben tiryakiliği' ise sözde güçlüdür, sözde mutludur, sözde... Öyle görünür, öyle görünmeyi sever 'benci'ler. 'Benci'lik de bulaşıcıdır. Karşı taraftan bekler her şeyi. Ama bir yere kadar dayanır ve karşı taraf da bırakır vermeyi. 
          Gelelim paylaşımın aileye olan etkisine.. Karı-koca sevgisini paylaşır, bir çocukları olur. O sevgi çocuğa da yansır. Çocuk mutlu bir ailenin bir ferdi olur ve gördüğü, dolayısıyla model aldığı çok güzel bir şey vardır o ailede, PAYLAŞMAK. Çocuk da sever paylaşmayı, bir zararını görmemiştir çünkü. Oyuncaklarından başlar, sevgisinden devam eder paylaşımcılığı. Doğumdan yaşamın sonuna kadar her an paylaşmak mutlu eder insanı. Aile için de çok önemli bir kriterdir ve birlikteliği artırır, kuvvetlendirir. Paylaştıkça sever insan, sevdikçe de paylaşır. 
          Lafı uzatmaya gerek yok aslında. Hem çok güzel, hem de çok gerekli olduğu belli olan bir paylaşımdan bahsediyoruz sonuçta.
          Ben de bu düşüncelerimi siz okuyanlarla paylaşmak istedim. İyi okumalar dilerim.
                                                         Aile Danışmanı
                                                         Hümeyra Yıldız

8 Mayıs 2016 Pazar

KAFALAR... (Hep Siz mi Eleştireceksiniz?)

         "Ne düşündüğünü biliyorum!" diye his vardır 'kafalar'ın içinde. "Böyle söyledi ama asıl demek istediği başka şeydi, ben anlarım, insan sarrafıyım ben(!)..." Bazen dildeki prize beynin fişinin takılı olmadığını fark etmeden, olur olmadık konuşmalar yapar, kendi kusurunu görmeden başkalarını eleştiri bombardımanına tutmaktan da geri kalmaz o 'kafalar'.

          Yıkıcı eleştiri, toplum içinde de kimseyi memnun etmediği gibi özellikle evlilikte çok büyük kırıklar bırakır geride. Eşinin sevmediği bir huyu, davranışı, giydiği kıyafeti, yaptığı yemeği... Çocuğunun ders çalışmaması, dağınık olması, yemek seçmesi, içine kapanık olması... Arkadaşlarının ona uyum sağlamaması, anlayışsız olmaları, 'kılıbık' olmaları... vs. Eleştirecek çok şey bulur o 'kafalar'. Peki mutlu olurlar mı?... Hep doğruyu bildiğini sanma düşüncesi ne kadar mutlu eder bir düşünün bakalım. Eğer öyleyse, her insanın fikrinin farklı olma durumunu düşünürsek ve her farklı fikri eleştirip doğrusunun kendi fikri olduğunu söylemeye çalışan o 'kafalar', asıl yanlışın, yaptığı bu davranış olduğunu anladığı gün gelmese bile, bir gün muhakkak bir yerde patlak verecektir ve artık bunun bir çözüm olmadığını kabul etme zorunluluğu hissedecektir. Ama bu şekilde bir sonlanma olursa eğer o 'kafalar'da yenilgi, mağlubiyet hissi doğabilir. Peki ne yapmalı? Eleştiri huyundan nasıl vazgeçmeli.

          Madem o 'kafalar'ın hayatta değişmesini istediği çok şey var, o zaman öncelik kendi kafasında değişiklik yapmalılar. Evlilikte 'Seni Seviyorum' sözünden sonra güzel bir söz varsa eğer, o da 'Haklısın' diyebilmektir. Yıkıcı eleştiri evlilikten çok şey götürürken, karşı tarafın da haklılık payının olduğunu unutmadan yaşamak ve bunu dile getirmek evliliğe çok şey katar, yani yapıcıdır. Uzun ve mutlu bir evlilik için de gerekli olan şey yapıcı olmaktır. Bu sadece evlilik içinde değil, toplumda da geçerli bir kaidedir. Sürekli insanların açığını bulan, beğenmeyip eleştiren 'kafalar' mı, yoksa her düşünceye değer verip dinleyen 'kafalar' mı daha sevilir, buyurun siz düşünün.

          Dönelim 'kafa okuma' meselesine... Gerçekten doğru mu tahmin ediyorlar, insanların yaptığı ile asıl vermek istediği mesaj farklı mı oluyor o 'kafalar'a göre.. Hadi diyelim ki, her tahmini aslında doğru, peki bundan kazancı ne? Koca bir YÜK! Asıl kusur, görenin gözündedir. İnsan kendisinin en küçük bir kusurunu oturup düşünse, başkalarında kusur arayacak vakti kalmaz, her şeyi olduğu gibi kabul etmeye başlar, yükü hafifler, mutsuzluğu azalır.

          Evet hep eleştiren mutsuz 'kafalar'. Bir de sizi eleştiren biri olsun istedim. ama niyetim yıkmak değil, yapmak. Yeni yol çizin kendinize, hayat kısa, değerini bilin her şeyin. Mutsuzluk aramayın, Mutsuzluk için uğraşmayın, yaptıklarınızla mutsuz olduğunuzu fark ediyorsanız 'haklısın' kelimesiyle hayata dönüş yapın.


                                                                                         Aile Danışmanı
                                                                                         Hümeyra Yıldız

          Güzel mesaj veren bir yazıyla karşılaştım ve paylaşmak istedim. iyi okumalar dilerim...


KALİTELİ VE MUTLU BİR YAŞAM İÇİN

AZALTIN
Yediğiniz yemeği, yemeğin tuzunu, çayın şekerini, kullandığınız eşyaları, harcadığınız parayı, boşa geçen zamanı, gözyaşlarınızı, kafaya taktıklarınızı, kıyafetlerinizi, kuruntularınızı, bilgisayarda - telefonda geçirdiğiniz zamanı, insanlardan beklentilerinizi, televizyon izlemeyi...
BIRAKIN
Şikayet etmeyi, çekingenliği, rezil olma korkusunu, mazeret üretmeyi, başkaları için yaşamayı, yapamam düşüncesini, olumsuz düşünceleri - kelimeleri, surat asmayı, önyargıyı, herkei eleştirmeyi, herkesi düzeltmeye çalışmayı...
ÇOĞALTIN
Gülümsemeyi, sevmeyi, şükretmeyi, toprağa dokunuşunu, renkli giyinmeyi, iyi hissettiren müzikleri, içtiğiniz suyun miktarını, çocuklarla geçirdiğiniz zamanı, selam vermeyi, teşekkür etmeyi, özür dilemeyi, mazur görmeyi, alttan almayı, sevginizi hakedene vermeyi, istikrarınızı, hayal kurmayı, güzel söz söylemeyi, kitap okumayı...

*alıntıdır.

NOT: KİŞİ KENDİNDEN BİLİR İŞİ.!!!

21 Nisan 2016 Perşembe

DOST TV... HAYAT GÜZELDİR 20 NİSAN AİLE VE ÇOCUK



http://www.dosttv.com/video/hayat-guzeldir-262-20042016-bulgur-koftesi-ve-firinda-hurma-tatlisi-mehmet-basci/

http://www.dosttv.com/video/hayat-guzeldir-262-20042016-bulgur-koftesi-ve-firinda-hurma-tatlisi-mehmet-basci/?tape=2

http://www.dosttv.com/video/hayat-guzeldir-262-20042016-bulgur-koftesi-ve-firinda-hurma-tatlisi-mehmet-basci/?tape=3

https://m.youtube.com/watch?v=iJb1jYOe948

16 Nisan 2016 Cumartesi

KONU ÇOCUK OLUNCA...

          
          Evet, konu çocuk olunca nereden başlayacağımı bilemedim. Geleceğin şekillenmesi biz yetişkinlerin ellerinde. Bu çok büyük bir sorumluluk. Sorumluluğumuzun farkında olmak ve bunun için doğru adımları atmaya çalışmak ise başlı başına bir sorumluluk bence. Bilmek herkese nasip olur da, peki ya bu yolda çabalamak ve uygulamak!... 
          Çalışan anneler, bebekleri oldukları için çalışmayı bıraktıkları zaman, sadece çocuk büyütmenin bir iş olmamasından dolayı kendilerini eksik hissetmeye başlayabilirler. Ancak böyle düşünülmemesi gerekir. Duruma "bir insan yetiştirme sanatı" olarak bakınca işler değişiyor olsagerek. Her çocuk büyür kendi haline bırakılsa bile, ancak 'yetiştirmek' işi değiştiriyor. Yani bu hem ağır, hem eğlenceli, hem de nadide bir meslek aslında. 
          Sosyal medyada çocuk gelişim uzmanlarının faydalı paylaşımlarından derleyip toparladığım, kendi nacizane düşüncelerimi de katmaya çalıştığım bir makale konusu çıkarttım ortaya. Başlıklar halinde çocuk yetiştirirken dikkat edilmesi gereken hususlara değinmeye çalıştım. Herkese iyi okumalar diliyorum...

MUTLU ÇOCUK - MUTLU AİLE
  1. Çocuk okuldan veya dışarıdan eve geldiği zaman ebeyevnler cep telefonu, tablet ve bilgisayarla olan işlerini bir kenara bırakmalı. Onu gününün nasıl geçtiğine dair tüm dikkatini vererek dinlemeli. 
  2. Yemek saati ailede en önemli olan anlardan biridir. Tüm aile bireylerinin bir arada olduğu bu güzel zaman, televizyon izleyerek bölünmemeli, sohbet ve paylaşımlarla aile bağı kuvvetlendirilmeli.
  3. Çocukları ebeveynlerinin uykuya hazırlaması, masal okuması, iyi geceler öpücüğü vermesi gibi sevgi belirtileri onlara çok iyi gelecektir. Gece huzurlu ve kendilerini güvende hissederek uyumalarını sağlayacaktır.
  4. Her çocuk hata yapar. Asıl problem çocukların hata yapmaları değildir. Asıl problem, ebeveynlerin bu hataların gerçekleşmesine izin vermemesi ve hatalardan öğrenmeyi desteklememesidir. Çocukları sevgi ile disiplin edin, yüksek ses veya dayak ile disiplin olmaz, saldırgan bir kişilik daha yetişir. Unutulmamalıdır ki; hata yapabilme hakkı olmadığını öğrenen çocuklar, hata yaparım korkusuyla hiçbir şey yapmamayı öğrenmiş çocuklardır.
  5. Ebeveynler çocuklarına karşı olan sevgilerini sözle olduğu kadar fiziksel olarak da göstermeli. Sarılmak, öpmek gibi fiziksel sevgi belirtileri aile bağlarını kuvvetlendirir ve çocukta değerlilik duygusunu artırır.
  6. Küçük süprizleri herkes sever, hele çocuklar... Anne veya baba çocuğu yokken masasına, yatağına eğlenceli-sevgi dolu notlar bırakabilir. Bu davranış sevgiyi taze tutar.
  7. Ebeveynler çocuklarıyla doğrudan iletişim kurmak için çocuğun boyuna eğilerek göz teması kurmalı. Yukarıdan bakılarak konuşulursa çocuğa; "ben senden büyüğüm, benim dediğim olur." mesajı, göz hizasına eğilerek konuşulursa "dediklerini ve seni önemsiyorum, sana değer veriyorum." mesajı verilir.
  8. Ebeveynlerin sık sık gülümsemesi çocukları rahatlatır, ve davranışlarının onaylanmasından dolayı özgüvenini artırır.
  9. Ebeveynler, davranışları ve konuşmaları ile çocuklarına rol model olmalı. Çünkü çocuk kulağından değil, gözünden terbiye edilir. Duyduğunu değil, gördüğünü uygular.
  10. Ailede alınan kararlara çocuğun da dahil edilmesi gerekir. Bu onu ve fikirlerini önemsediğiniz mesajını verir.
  11. Oyun çocuğun dilidir, dünyasıdır. Ebeveynler günlük yarım saat bile olsa çocuklarıyla oyun oynamalı, hayal dünyasına tanık olmalı.
  12. Uslu dursun, yaramazlık yapmasın, ayak altında dolaşmasın, sürekli soru sormasın, ağlamasın diye çocukların ellerine tablet, telefon verilmemeli. Parka, gezmeye, sokağa çıkıp beraber vakit geçirmeli. Bu çocuğun gelişimi için çok önemli.
  13. Çocuğun hayallerine, ideallerine önem verilmeli. Ebeveynler, kendi seçtikleri hayatı çocuklarına yaşatmamalı.
  14. Çocukları motive ederken; "başaracağına inanıyorum." , "sen herşeyi başarırsın." gibi cümleler kurmak, çocukların başarısızlık korkusunu tetikleyerek kaygıyı artırır. Bunun yerine; "başarmak için bazen bir çok defa denemek gerekir." , "denemek sana çok şey öğretecektir." gibi cümleler kurulmalı ve çocukların omuzlarındaki yükü azaltılmalıdır.
ÇOCUK EĞİTİMİNDE VE ÖZGÜVEN GELİŞTİRMEDE 
YAPILMASI VE YAPILMAMASI GEREKENLER
  1. Çocuğunuzu başka çocuklarla kıyaslamayın. Mutsuz ve kıskanç bir kişilik yetiştirmiş olursunuz.
  2. Her dediğini hemen yapmayın. Yapılabilir veya yapılamaz olma sebebini çocuğunuzla paylaşın. Her istediği alınan çocuk mutsuzlaşır. Çünkü ulaşamadığı bir şey ve kuracağı bir hayal kalmamış olur. 
  3. Başkalarının yanında eleştirmeyin, topluluk içinde ceza vermeyin.(kardeş, arkadaş, akraba bile olsa) Bu davranış, ilerde hakkını savunamayan bir kişiliğe sebep olur.
  4. Çocuğa söylediklerini ebeveynlerin de yapması gerekir. Sadece sözde kalması hem etkili olmaz hem de ebeveynin sözünün değerini düşürür.
  5. Çocuğa verilen sözler tutulmalı, yalan söylenmemeli. 
  6. Sorduğu tüm sorulara açıklayıcı ve anlaşılır cevaplar vermek, geçiştirmemek gerekir.
  7. Çocuğun  eğitimi başkalarına havale edilmemeli, ona özel zaman ayrılarak ilgilenilmeli.
  8. Yapılan bir hatadan dolayı çocuktan özür dilemekten çekinilmemeli. Bu davranış çocukta değerlilik duygusu için önemli.
  9. Çocuğun gelişmesine izin verilmeli. Yaşına göre sorumluluklar verilmeli. Mesela; odasını toplamak, giyinmek, kişisel bakımı, ayakkabı bağını bağlamak gibi...
  10. Tartışma esnasında "sen de ona vur!" demeyin. Kavgayı mübah gibi göstererek saldırgan bir kişilik yetişmiş olur.
  11. Çocuk yetiştirirken 'mükemmeliyetçi' olmayın!. Çocuk hata yaparak,deneyip yanılarak öğrenir.
  12. Sanat ve sporu çocuğun hayatına sokun. Hayatta kazanmanın da kaybetmenin de olduğunu sporla, kendi becerilerinin de olduğunu sanatla öğrenerek özgüvenli bir çocuk yetişmiş olur.
  13. Çocuğu deneyimlere yönlendirmeli. Belli bir yaşa gelen çocuklara; "asansöre tek başına binmesini, ağaca çıkmasını, bakkaldan ekmek almasını, poşetleri taşımasını" söylemek gerekir.
  14. Kendini aşırı beğenen bir kişi yetiştirmeyin. "En iyi sensin" gibi mükemmel olduğunu söyleyerek çocuğunuzu narsist yapmayın.
ÇOCUĞA KARŞI YAKLAŞIMLAR
  1. Anne-Baba, çocuklarıyla arkadaş gibi olmamalı. Çocukların zaten arkadaşı vardır, ancak bir tane anne-babası olduğu için ebeveynine doyum sağlamalıdır. 
  2. Çocuklara, onları yaşından büyük gösteren kıyafetler giydirilmemelidir.
  3. Çocuğun odasına ve odası içinde özel hayatına saygı duyulmalı. Kapısı çalınarak girilmeli, odasına kendisi yokken girilecekse izin istenmeli.
  4. Aileyi çocuğun yönettiği, çocukerkil aile türü olmamalı. Aileyi idare eden ve kuralları belirleyen anne-baba olmalı ve bu çocuğa hissettirilmeli.
  5. Anne-babanın "evet"i de "hayır"ı da ortak olmalı. Birbirlerinin dediklerinin aksi kararları çocuğa söylememeli.
  6. Kısa sürede istediğinizi yapsın diye çocuklar korkutulmamalı. "çabuk uyu, köpek gelir." , "seni polis amca  hapse atar." , "yaramazlık yaparsan doktor amca iğne yapar." , "baban işten gelsin, seni söyleyeceğim." , " yaramaz çocuklara araba çarpar." gibi cümleleri disiplin aracı olarak kullanarak çocukların korkularını fobiye dönüştürebilirsiniz.
  7. "Bak teyze kızıyor", "bak amca bakıyor, ayıplıyor" gibi cümleler çocukların bilinçaltında "hayatına teyzelerin, amcaların karışabilme hakkı olduğu" olarak iz bırakır. Çocuğunuzu uyarırken ne dediğinize dikkat edin!.
  8. Çocuğunuza karı-koca olduğunuzu hissettirin. 
  9. Çocuğunuza aşkım-sevgilim demeyin. Kendisini hemcinsi olan ebeveynin yerine koyabilir.
  10. Çocuğunuzu dudağından öpmeyin. Gelecekte cinsel hayatı kötü etkilenebilir. Erken yaşta kendinden büyüklere ilgi duyabilir. Özellikle eşinden ayrılan ebeyenler çocuklarına hitap ve öpücükte kesinlikle daha hassas olmalı, çünkü çocuk kendisini eş yerine koyulmuş olarak algılayabilir.
  11. Çocuğunuzla aynı yatakta uyumayın. Bebekken aynı odada farklı yatakta yatabilir, ancak çok uzun zaman olmadan odasını ayırmak en doğrusu olacaktır.
  12. 4-7 yaş arasında çocukların mahremiyet eğitimine ağırlık verilmeli. Anne-baba bu konuya hassas yaklaşmalı ve o bedenin çocuğa ait olduğunu, izni ve isteği olmadığı sürece kimsenin dokunamayacağı bilgisini çocuğa öğretmeliler.
  13. 4 yaşı itibariyle tuvaletteyken kapının kapatılması gerektiğini öğretmeli, anne veya baba kontrol için bile olsa çocuğun yanına girmemeli.
  14. Çocuğun duygularına önem verilmeli, sürekli emir verilmemeli. Bu davranış, ilerde çocuğun da başkalarının duygularına verdiği önem davranışına yansır.
  15. Çocuğunuz size bağlı olsun ama bağımlı olmasın. Sosyalleşmesi için çocuğu kendi hayatına bırakmak lazım. Farklı insanların yanında vakit geçirmesini sağlamak lazım.
  16. Çocuğunuzu iyi veya kötü vasıf olarak kesinlikle etiketlemeyin. "çok zeki, çok hareketli, çok yaramaz, hiperaktif" gibi...
  17. Çocuğunuzun yanında tartışmayın, asla kavga etmeyin!! Bu şekilde davranarak çocuğun ebeveynlerden birinin tarafını seçmesine ve diğerinden uzaklaşmasına, hatta nefret etmesine sebep olabilirsiniz.
  18. Çocuğunuza küsmeyin. Çünkü küsmek, arkadaş arasında olur. Ebeveyn küserse çocuk üzerindeki otoriteyi sarsmış olur.
  19. Çocuğunuzu mutlu etmek için sürekli oyuncak almanıza gerek yok. Onunla biraz vakit geçirmeniz yeterli. Kendi oyuncağınızı kendiniz üretebilirsiniz. Böylece hem keyifli, hem de akılda kalıcı bir kaliteli zaman geçirmiş olacaksınız.
          Konu çocuk olunca... Etrafımızda sürekli doğru bilinen yanlışlarla eğitilen çocuklara ve ailelere rast geliyoruz. Araştırmalarımı ve düşüncelerimi harmanlayarak bu makaleyi yazma sebebim de belki birilerine ışık tutar ve kendini düzeltmeye çalışır. Çocuk gelişim uzmanları veya pedagoglar yazdığım makalenin her maddesine ayrı makale yazacak kadar daha bilgili elbetteki. Ancak geniş konuya hakim olarak bir çocuk üzerinde ne kadar etkili olabildiğimizi anlatmaya çalıştım. Umarım faydalı olmuştur.

                                                                                   Aile Danışmanı
                                                                                   Hümeyra Yıldız

Kaynak: İnstagram; Gelişim uzmanı anne, İçimizdeki çocuklar
          Çocuk psikolojisi, Aile ve çocuk psikolojisi, Adem Güneş

12 Nisan 2016 Salı

Bir Günce Daha...

   
              Memlekete geldik bu pazar. Eşimin babaannesi vefat etti. Bir kaç gün sonrasında da babam ameliyattan sağlıkla çıktığı için hayır yapılacak. Ölüm olmasa sağlık için gelecektik zaten. Doğum da hak ölüm de hak. Allah tüm ölmüşlerimize rağmen eylesin, kalanlara sağlıklı hayırlı ömürler versin. Aynı zamanlara da denk gelebilir hayatın telaşı, bir yandan ölüm bir yandan doğum, bir yandan hastalık bir yandan sağlık, bir yandan bereket bir yandan sefalet. Haberler alırız kâh sevinir, kâh üzülürüz. Ama hayat öyle veya böyle devam eder gider, ki hayatın kendisi de bu olsa gerek. Yaşayarak öğretir kendisini. Bir okuldur hayat. Derler ya hani büyüklerimiz, biz hayat okulundan mezun olduk diye. Mezun olması en zor okuldur belki de. Yanlislarımız da olur elbet,kimse mükemmel değildir. Ancak yanlislardan ders almak, doğruyu tam da ordan öğrenmek gerek. Edepliye sormuşlar : -"bu edebi nerden ogrendin". -"edepsizlere bakarak öğrendim" demiş. O hesap. Biz de yine yanlış yaparız elbet ama bu, doğruya ulaşmada engel değil, yeni yol gosterici olmali. Gidilmemesi gereken yeni yol daha öğrendik demeliyiz. Bakmak farklı, gormek farklı. Gormek için bakmalıyız, bakmis olmak için değil. Kıymet bilmeliyiz... Yaşadığımız her anın, aldığımız nefesin ayrı, verdigimiz nefesin ayrı kıymetini bilmeliyiz. Küçük seylerden mutlu olmayı bilmeliyiz, bilmiyorsak denemeliyiz... Dün geçti yarın muallak ise bugünü yasamaliyiz. Ama dünden daha farklı,daha verimli,kıymetli,dolu dolu yasamaliyiz. Sevdiklerimiz mi var, ne ala. Daha ne olsun, sevgimizi belli etmeliyiz. Yaşam işte bu. Seven sevilen olmasa yaşamak denir mi o hayata. Yardımcı olmalıyız insanlara. Dönüyor dünya, Geçiyor zmn. Kim götürmüş malını mülkünü öte tarafa allah aşkına. Mal mülk derdine nedir bu kalp kırmalar, ayrılmalar. Yemeğe ekmeğimiz içmeye suyumuz var mı. Çok sukur. O zaman başkasının yediğinde içtiğinde olmasın gözümüz. Gülümseyerek ve gülümseterek yaşayalım... Bol bereketli hayırlı sağlıklı ömürler versin Allah okuyan okumayan herkese. Saygılar.
                                                                       Aile Danışmanı
                                                                       Hümeyra Yıldız

29 Mart 2016 Salı

BÜTÜN BABALARA...

     
         Bu düşüncelerimi yazmadan edemedim. Söz konusu baba olunca... Benim en yakın olarak bildiğim iki tane baba örneği var hayatımda. Biri Canım Babam, Diğeri Sevgili Eşim.
         Konuya gelecek olursak... Bir çocuktan bahsederken annenin yaptıklarından, fedakarlıklarından, öğrettiklerinden, örnek olmasından... vs bahsedilipduruyor. Yanlış demiyorum. Bir anne olarak evet o anlatılanlar haklı olarak yazılmıştır. Ama bence unutulan kocaman bir BABA var. Baba evin ve çocuğun kahramanıdır, özlenendir, üzerine koşunca havalara uçurandır, yeri gelince çocuğuna at-deve olandır, gece uyurken nefes alıp almadığını kontrol edendir, fedakardır... ve sayamadıklarımdır BABA.
        Baba hayatımızda kocaman bir yeri olan, olmazsa olmazımız, "varlığı yeter" dediğimiz, aile direğimiz, canımız...
        Bir çocuk kötü alışkanlığı, küfürü, kavgayı, kitap okuma alışkanlığını, sevgiyi, iş becerisini, sorumluluğu en çok babayı izleyerek modeller kendine. Yani baba dediğimiz, sadece işten eve gelip, tv karşısında vakit geçiren değildir, olmamalıdır. Çocuğuna örnek olabilecek davranışlarda bulunmayı hayatına yerleştirmelidir. Bir kahramanın hiç görevsiz olanı var mıdır hayatta? Babalık da üzerine düşen görevleri yerine getirmeyi gerektirir. Yani makalelere çok fazla konu olmayan BABA, aslında çocuk üzerinde elbette ki anne kadar etkilidir. Bu gözardı edilemez. Bir çocuğa bakılınca görünen tek şey "annenin eseri" değildir!
         Allah tüm babalara sağlık, huzur, afiyet versin.
                                                                                  Aile Danışmanı
                                                                                  Hümeyra Yıldız

BAŞKALARI İÇİN Mİ YAŞIYORUZ?

         
   Hassaslığımızdan ileri geliyor belki de "hayır" diyememek. 'Ya kırılırlarsa, ya hakkımda kötü düşünürlerse, arkamdan konuşurlarsa...vs' uzar gider endişelerimiz ve ne kadar zor durumda da olsak, belki çok fazla taviz veriyor da olsak, çıkmıyor ağzımızdan "hayır" kelimesi.
               Peki bu davranışımız bize neler kazandırıyor, neler kaybettiriyor, bir düşünmek gerekmez mi? Önüne geçemediğimiz gelişmeler, olmasını istemediğimiz halde durduramadığımız bir olay, yorgunluk, belki de kırgınlık, yetememe hissi ve bir çok karmaşık duygu birikintisi... Soruyorum şimdi; biz başkalarının istediği gibi yaşamaya mı geldik bu dünyaya? Ya isteklerimiz, hayaller nerde kaldı? Onları kim gerçekleştirecek? "Hayır" diyemediklerimiz mi? HİÇ SANMIYORUM...
               Başkaları için yaşamak bize moral bozukluğu, hayal kırıklığı, yorgunluk ve mutsuzluktan başka bir şey vermez. Burada demek istediğim, 'başkalarının dediklerini dinlemeyin, önemsemeyin değil'.. Tabi ki her fikir önemlidir, dinlemeye değerdir, ancak Allah'ın insanlara verdiği irade gücünü kullanmak gerekir ve o fikre bizim duygu ve düşüncelerimiz uygun mu değil mi ölçüp tarttıktan sonra hayata geçirip geçirmeme kısmına geçmeli insan. Bu dediklerim eş ve çocuk için de geçerli. Bir erkek hanımı için her şeyi feda edip yeterki o mutlu olsun düşüncesiyle kendi mutluluğunu göz ardı etmemeli. Aynı şekilde bir kadın da sadece kocasının düşüncelerine bağlı bir hayat sürmemeli. İkisi de birbirlerinin aileden ayrı olan özel ve sosyal hayatına saygı duymalı, düşüncelerine önem verdiğini hissettirmelidir. Hele konu çocuğa geldi mi işte orası en ince çizgi. Ebeveyn çocuğun her istediğine 'evet' dememeli. Burada anne-baba çocukları karşısında sözlerinin değerini düşürmediği gibi hemde onu ileride hayatın söylediği 'hayır'lara hazırlamış olurlar. Herşeye hayır demek gerekir de demiyorum, gereken yerde söylenmeli ki 'hayır'ın kıymeti olsun.
              "Hayır" diyebilen insanlara gelince, kendilerini daha rahat, mutlu, hafif ve güçlü hissederler. Kendi düşünceleriyle yaşamanın vermiş olduğu özgüven yansır yüzlerine. "Bir kere geldim hayata, başkaları için mi yaşayayım yani!" sözüyle karşılaşmayan azdır herhalde.
               Peki ya "hayır" diyemeyenler... Toplum içinde duygularını belli edemez, ayıp olur diye eşine sevdiğini belli edecek davranışlardan çekinir, istemesede gider, istemesede gelirler, istemese de olur işte... İstemez ama "hayır" da diyemez.
               Düşünmek gerek; Gerçekten bize bu hayatı başkaları mı verdi ki onlar için yaşayalım? Bunun adı kendini tanımlarken hassaslık olabilir ama geriye kalan yorgunluklar, kırgınlıklar o hassaslığı ezip geçer.
               Evet başkaları için yaşamıyoruz. Kendi dünyamız var bizim. Kendi kararlarımız var. Bir daha bu anı yaşayamayacağımız, hızla ilerleyen bir hayatımız var. Kıymetini bilmek, ona göre davranmak gerek.
               Enerjimizi toplamak ve yeni kararlar almak için neyi bekliyoruz öyleyse!! Bu senin hayatın, ve sen yaşamalısın.
                                                       Aile Danışmanı
                                                       Hümeyra Yıldız