6 Eylül 2018 Perşembe

ÇOCUKTAN MEKTUP

ÇOCUK MEKTUP ile ilgili görsel sonucu "Ben küçük bir çocuktum. Hatalar yapardım. Eksiklerim de çoktu. Arkadaşlarımda olan güzel davranışlar bende yoktu mesela. Annem, özür dilemem gerektiği yerler olunca bana söylerdi, öyle özür dilerdim, ama gocunarak, isteyerek değil de mecburen olduğu için özür dilemek bana çok koyardı. Annemi de üzdüğüm zamanlar olurdu ve hatalı olduğumu, özür dilemem gerektiğini bilsem bile çıkmıyordu iki dudak arasından bir özür. Ya da mırıl mırıl bir şeyler çıkıyordu bazen. Sonradan anladım bu gocunmaların sebebini, özür dilemeyi neden başaramadığımı, ya da kendime yakıştıramadığımı... Çocuk da olsam bana yapılan haksızlıklara bozuluyordum doğal olarak. Ama bu durumlarda annem benden haksız olmasına rağmen hiç özür dilemezdi. Görmediğimden bilmezdim de özür dilenmesi gerektiğini. Büyükler küçüklerden özür dilemez düşüncesiyle büyüdüm ben. Orta okul yıllarımda mahalleden arkadaşımın annesi, kızını yanlış anladığını ve onu kırdığını fark edince özür diledi. Neee!! Anneler çocuklarından özür diler miydi hiç?! Bu ne kadar değişik bir sahneydi. Ben hiç yaşamamıştım bunu. O gün anladım galiba özür dilerken neden zorlandığımı. Bana örnek olarak değil sözlerle öğretilmeye çalışılıyordu özür dilemek.

Annem herhangi bir konuda üzgünken, ağlarken onu teselli etmek isterdim. Sarılıp beraber ağlamak, rahatlatıcı şeyler söyleyebilmek, 'canım annem, sen ağlama kurban olayım, seni çok seviyorum' diyebilmek... Annemin o hallerine karşı içimde hep bir düğüm olarak kalırdı, benim bu yapmak istediklerimi yapamayışım. Neden çok istesem de sarılamadım acaba, ağlamak gelse de içimden neden ağlamamaya çalıştım annem ağlarken, canım annem diye neden diyemedim... Sonradan anladım, annem bana ne zaman canım kızım kurban olurum diye bağrına basıp sarıldı ya da sevdiğini söyledi mi hiç acaba diye düşündüm, bulamadım. Görmemiştim ki, anneme yapmak istediklerim bana yapılmadı diye varmamış elim... Büyüdüm bana sordu, niye hiç canım annem demiyorsun kızım bana diye... Sence niye anne?! Çok isterdim!!!

Yapardım bir şeyler, elbet vardı başardıklarım, ilgi alanlarım, hobilerim, kazandığım ödüller... Ama ben hiç bir zaman o kız gibi olamadım annemin gözünde. O kız bazen mahalleden komşuydu, bazen en yakın arkadaşım, bazen kendi gençliği, neyse ne, o kız hep değişe değişe çıktı karşıma yıllarca başka insan olarak ve ben asla o kız gibi olamadım. Biliyorum bende olmasını istediği özellikleri başkalarıyla karşılaştırarak yapacağımı düşünüp (yani iyiliğimi isteyip) yaptı bunu annem.. Ama sonuç olarak ben hiç bir zaman o kız olamadım ve hep bir eksik kaldım annemin gözünde. Üstüne üstlük o kızdan nefret eder olmuştum..."

O küçük çocuk konuşmaya bir başlasa susmaz aslında, anne derin izler bırakır çocuk üzerinde, ya iyi ya kötü izler... fark etmez, eğer anneden kalan bir iz ise hiç bir zaman geçmez. Yani demem o ki, sevin çocuklarınızı, sadece sarılmak veya istediklerini yapmak olarak kalmasın sevginiz, bol bol söyleyin "seni seviyorum" diye, söyleyin ki sevgisini ifade edebilen bireyler yetişsin, duygularını gizlemesin, içinden ağlamasın sevdiğini söyleyemediği için. Çocuğunuzdan da özür dileyin, herkes hata yapar, dileyin ki hatasını fark eden, hassas yürekler yetişsin. Veee en önemlisi çocuğunuzu olduğu gibi, olduğu kadarıyla kabul edin, saygı duyun hayallerine, sizin hayalinizi yaşatmaya çalışmayın, onu destekleyin, başkalarıyla karşılaştırmakla hedefinize ulaşamadığınız gibi tam aksi duygulara sebep olabilirsiniz.

Son olarak; Evet, ben annemden öğrendim, anne sevgisi çok önemliymiş, her an hissettirip sıklıkla söyledim.  Özür dilemek çok insani bir davranışmış, küçük büyük olma şartı yokmuş, her hatamda özür diledim. Karşılaştırmak çok yaralarmış, çocuğumun duygularına düşüncelerine değer verdim, saygı duydum. Ve annemin bana önceden dediği gibi ben bunları anne olunca anladım...


                                                                                  Not: birisi

5 Eylül 2018 Çarşamba

ÇÖZÜM ODAKLI AİLE DANIŞMANLIĞI

      aile danışmanlık ile ilgili görsel sonucu    Aile danışmanlığında bir çok ekolle karşılaşıyoruz. Son zamanlarda sık kullanılan ve benim de danışmanlıklarımda tercih ettiğim ekollerden birisi Çözüm Odaklı Kısa Süreli Terapi (ÇOKT) tekniğidir. Çözüm odaklı aile danışmanlığında, danışmanlar danışanlarını dinlediklerinde problemi anlayıp nasıl çözülebileceğine odaklanırlar. Yani problemi daha derinden anlamayı hedefleyip problemle alakalı sorular sormaktansa, çözüme nasıl ulaşılabilir diye yönlendirmeler yapılır, farkındalık oluşturulur. Kısacası, problemi konuşmak yerine çözümü konuşmayı seçerler.
          ÇOKT ekolünde geçmişe değil, geleceğe odaklanılır. Danışanın getirdiği sorun ne kadar eskiye dayanırsa dayansın danışman için önemli olan çözüme gitme yollarını bulma ve aileye bunu farkettirmektir.
          ÇOKT ile ailelerin bakış açısı da kalıcı bir şekilde olumlu yöne çekilebilir. Probleme odaklanan ve işin içinden çıkamayan aileler, takılıp kaldıkları noktalardan kurtularak daha pozitif bakmayı öğrenirler ve hayatlarında karşılaştıkları sorunlara karşı da, çözüme ulaşmayı hedefleyerek yaklaşmaya başlarlar. ÇOKT için problemin ne olduğu değil, ne olmadığı önemlidir ve ona doğru yol alınır. Problemin ne olduğunu konuşmak, ailenin sürekli motivasyonunu düşürüp moralini bozabilir diye savunan ÇOKT, ailenin kısa sürede motivasyonunu yükseltip beklentilerine odaklanmasını amaçlar.
 direnmek ile ilgili görsel sonucu         Çözüm odaklı terapilerde en önemli ilkelerden birisi de ailenin değişime istekli olmasıdır. Direnç kavramını hayatlarından çıkararak danışmanla iş birliği yapmaları gerekir ki, böylece yol katedebilirler. Küçük bir değişim yeterli olur ve bununla motive olarak ailenin daha büyük değişimlerin olacağına inancı ve güveni artar.
          Her durumda kullanılabilecek bir yöntem olmayabilir belki ama aile danışmanlığı için gelen ailelerde oldukça güzel sonuçlanan bir ekol olduğu bir gerçek. 

                                                              Aile Danışmanı
                                                              Hümeyra Yıldız

16 Mayıs 2018 Çarşamba

ÇOCUK GELİŞİMİNDE CİNSELLİK

          Cinsellik; insan hayatının bebeklik, çocukluk, ergenlik ile birlikte tamamını ilgilendiren ve her sürecinde farklı ama birbirleriyle ilişkili gelişimleriyle insan hayatına etki eden bir yöneliştir.
          Bu yönelişin dönemlere göre geçiş süreci, insanın tüm hayatını etkiler. Bu konuda özellikle ebeveynlerin, çocuklarının gelişimlerinin her alanında olduğu gibi cinsellik gelişim takibini de önemsemeli ve dönemine göre çocuğun neler yapabileceği hakkında bilgi sahibi olarak hazır bulunmaları gerekir. Böylelikle sağlıklı atlatılan bir cinsel gelişim dönemiyle çocuğun ileriki yaşlarında sağlıklı bir cinsel hayatı olmasına zemin hazırlamış olurlar.
          Freud'a göre cinsel gelişim beş dönemde incelenir. Ben de, bu beş dönemden bahsedeceğim ve dönemlere göre ebeveynlerin çocuklarına doğru yaklaşımlarda bulunmaları için örneklerde bulunacağım.

  1. Oral Dönem: Bu dönem 0-1 yaş grubu olan, gelişimin ilk basamağıdır. Bebek bu dönemde ağızdan besin almaktadır, bu onun için haz kaynağıdır. Tüm ihtiyaçları, algılarını, kendini anlatım şekli vs.. ağız yoluyla gerçekleşir. Bebek bu dönemde her şeyi ağız yoluyla tanır, tadar, emer, sevmeyince tükürür... yani bebek sürekli alıcı konumundadır. Bebeğin temel güven kazanma dönemidir ve bu dönemin sağlıklı atlatılmasıyla bebek annesine karşı temel güven duygusunu kazanmış olur. Annesiyle samimi, sıcak duygular yaşayan çocuğun yaşam boyu diğer insanlarla olan ilişkisi de benzer nitelikte olur. Çocuğun annesinin memesini emerken, bağları kuvvetlendiği gibi duygusal ilişkisi de kurulur. Bu sebeple annenin panik olmasıyla çocuğun panik, annenin rahat olmasıyla da çocuğun da rahat olduğu gözlemlenmiştir.
  2. Anal Dönem: 3 yaş sonuna kadar geçerli olan bir dönemdir. Çocuk bu dönemde dışkısını tutup bırakmayı öğrenir ve bu durumdan zevk alır. Artık kaslarını kontrol edebildiği bir dönemdir ve tuvalet eğitiminin bu dönemde verilmesi gerekmektedir. Bu dönem aynı zamanda, çocuğun inatçılık dönemidir. Tuvalet eğitimi döneminde ebeveynin bu süre zarfındaki baskıcı ve katı tutumu çocuğun hayatı boyunca inatçı, cimri, yıkıcı özellikleri olmasına sebep olabilir. Bu dönemin, ebeveynin sabrı, sevecenliği ve hoşgörüsüyle sağlıklı atlatılması gerekir.
  3. Fallik Dönem: 4-6 yaş dönemini kapsar. Bu yaş grubu erkek çocuk annesine karşı hayranlık duyar. Babasını bir yandan rakip olarak görse de, diğer yandan kendi cinsiyetinden olduğu için hayranlık duyar ve örnek alır. Bu yaş grubu kız çocuk babasına karşı ilgi duyar. Annelerini kıskanır, hatta rakip olarak görebilirler. Kız çocuk babasına karşı duyduğu bu hayranlıktan dolayı annesini örnek almaya başlar ve kendi cinsiyetiyle özdeşleşir. Erkek çocuk da aynı şekilde annesine duyduğu ilgiden dolayı kendine babasını model alır. Böylece çocuklar örnek alacağı modelleri belirleyip cinsiyet çatışmasını çözümlemeye çalışırlar. 
  4. Latent (Gizil Dönem): 7-11 yaş grubu çocukları kapsayan dönemdir. Bu dönemde cinsel roller sağlamlaşır, pekişir. Kızlar kızlarla, erkekler erkeklerle oynamayı tercih ederler. Toplumsallaştıkları bir dönemdir ve toplumsal kurallar bu yaş grubu için çok önemlidir. Çocuklarda anne-baba modellerine bir de, öğretmen ve akranlar eklenir. 
  5. Genital (Ergenlik) Dönem: 12 yaş ve üzeri olan bireyleri kapsayan dönemdir. Çocukluğun bağımlılık döneminden, erişkinliğin bağımsızlık dönemine geçiş başlar. Bu dönemde hızlı beden gelişimi ve cinsel uyanışla kişinin ruhsal dengesi sarsılır. Kişi cinsel organlarından zevk almaya başlar. Bu dönemin amacı ergenin aileden bağımsızlaşarak, karşı cinsten kişilerle sağlıklı ilişkiler kurabilmeyi öğrenmesidir. Anne babalar bu dönemi yaşayan gencin ilgi ve ihtiyaçlarını gelişim özelliklerini tanıyıp, ona karşı saygılı ve anlayışlı davranarak sorunlarını çözmede yardımcı olmalıdırlar. (wikipedia.org)
          Ebeveynler çocuklarının dönem geçişlerindeki gelişimlerle ilgili ne kadar bilgili olurlarsa o kadar sağlıklı bireyler yetiştirebilirler. Tabii ki, sürekli okuyup kitaba dayalı bir annelik ve babalık yaşanmasından bahsetmiyorum. Burada demek istediğim anne babalık doğaçlama olarak ilerleyen bir şey değildir ve gelişim, bilgi isteyen süreçtir. Edinilen bilgiler verimli ve doğru bilgiler olduktan sonra aile türüne göre uygularken, aile doğallığını kaybetmemelidir. Günümüzde annenin bilgi edinmek için kendini kasma çabası yeterince mutsuzluğa sebep olmaktadır. Bu yüzden doğru olan yeterli bilgiyi uygulamak ve hislerle ebeveynliği yaşamak gerekir. Bilgi elbette anne-baba olma konusunda önemlidir ama her şeyin başında çocuğunu sevmek ve onunla olan bağını korumak vardır. 

Aile Danışmanı
Hümeyra Yıldız

10 Nisan 2018 Salı

İLİŞKİDE 5 ADIMDA SORUN ÇÖZME

1- Gercekten Dinlemek: Duymak değil, cevap vermeye çalışmak da değil. Anlamak için dinlemekten bahsediyorum. Ne demek istiyor? Yaşadığı şey tam olarak ne? Olayı yaşadığı zamanki duyguları nasılmış? Ne hissetmiş? Ne şekilde anlatıyor? Vs... Tüm detaylarıyla hem kulakla hem bedenle dinlemek. Bedenle de dinlemek olur. Hem de karşımızdakini en rahatlatan dinleme türüdür bedenle dinlemek... Yapmacık değil, doğal tepkilerle dinlemek...

2- Ben Dili ile Konuşmak: "Sen şunu yaptın, sen bunu yaptın. Sen böyle yaptın diye ben o şekilde davrandım. Senin yüzünden oldu." Vs vs... Tartışmaları sen dili ile devam ettirmek çözüm getirmediği gibi, tartıştığımız kişinin de otomatik olarak savunma mekanizmalarını aktif hale getirir ve ne dediğinin önemi olmadan sadece kendini savunmak için ona cevap vermeye odaklanır. Ben dili ise tartışmalara, birbirlerini suçlamaları sonlandıran bir bakış açısı getirir. "Ben bu davranışından bunu anladım, doğru mu anlamışım", "ben kendimi doğru şekilde ifade edemedim galiba" gibi karşı tarafın anlamadığına veya anlatamadığına değil de kendimizin yanlış anlama ihtimaline vurgu yaparak doğrusunun ne olduğunu anlamak için kapı aralar BEN DİLİ.

3- Empati Yapmak: Kendimizi başkasının yerine koymak diye kısaca tanımlanan empati, aslında başkasının duygularını anlamak için geçerlidir. Gerçekten hayatınıza geçirdiğiniz zaman empati, insanları tam olarak anlamanın kapılarını açar. Karşınızdaki kişinin yaptığı davranışı ne hissederek yaptığını anlamaya çalışırsak, o zaman onu anlamak daha kolay olur. Yaptığı şey hakkında ne kadar aynı düşünmeseniz de, yaparken ki duygularını anlamaya çalışmak o an suçlayıcı bir yaklaşımın önüne geçer...

4- Karşı Tarafın Haklılık Payını Unutmamak: Özellikle empatiyi hayatına geçirenlerin bu maddeyi daha kolay uygulayacaklarını düşünüyorum. Çünkü her insanın aynı olaya bakış açısı farklıdır. Ve farklı olması, diğer insanın haksız olduğu anlamına gelmez. Bu da onun kendi bakışına göre doğru olan bir yaklaşımdır ve özellikle de doğru bildiği bu yaklaşıma karşı haksız olduğu söylenmesi durumunda, kendisini savunmaya başlaması çok normal bir tepki olacaktır. Bu yüzden; bir kişinin, bir davranışı yaparken ki duygularını anlamaya çalışmak (empati) ve dolayısıyla kendi bakış açısına göre haklı olma durumunu unutmamak gerekir..

5- Çözüme Odaklanmak: Tartışma anında her iki kişi de kendini savunup, karşısındakini suçlamaya odaklanırsa o konu uzar gider ve konu sapar eskilere dayanır. Eskilere açılan sorun kapısı kapanmakta zorlanır. Nerden nereye geldik deyip küçücük bir konu için verilen tepkinin çok büyük olduğu anlaşıldığında ise, belki de kırılan kalpler için çok gecikilmiş olur. O yüzden tartışılan konunun ne olduğunu unutmadan o an o sorunu nasıl çözüleceği, neler yapılabileceği üzerine fikir üretmeye çalışmak gerekir. Bunun için iki tarafın da düşünceleri ve önerileri önemsenmeli, dikkate alınmalı ki hem konuya hem de kişilere değer verilmiş olsun.
Aile Danışmanı Hümeyra Yıldız

29 Mart 2018 Perşembe

BİR FAYDA: AİLE TOPLANTISI


       Ä°lgili resim  Ailenin birliği ve bu birlikteliğin devamı çok önemli bir konudur. Bu, her ailenin bildiği bir şey olmasına rağmen, aile bireylerinin bu konuyla ilgili yaptığı bir şey var mı, ya da yapılan şeylerin devamlılığı var mı?, işte bu kocaman bir soru işaretidir. Bu makalede ailenin birliğine, ailedeki bireylerin sorumluluk duygularının artmasına ve ilişkilerinin sağlıklı olmasına yarayacak bir konudan bahsedeceğim.
          AİLE TOPLANTISI… Ailenin de toplantısı mı olurmuş? Ya da olursa ne konuşulmalıdır, ne işe yarar bu toplantılar…
          Aile toplantısının tüm bireylere etkisi olumlu yöndedir ancak tartışılmaz bir farkla en çok etkilenen ve olumlu etkilerini hayatında gözlemleyeceğiniz birey, ailede çocuklardır.
          Her aileye tavsiye edebileceğimiz bu toplantılar, aslında demokratik bir aile tutumuna örnektir. Bu yüzden ailenin çocuğuna yaklaşımı demokratik bir şekildeyse ve anne-baba ortak düşünceye sahipse, yani ‘evet’ ve ‘hayır’ları birse, o zaman aile toplantıları bireyler üzerinde daha kolay ve olumlu etkiye sahip olacaktır. Tabi burada anne babaya düşen en büyük rol, toplantı kararlarına kendilerinin uyması ve çocuklarına doğru rol model olmasıdır.
         Aile toplantısında, evde sözü dinlenen bireyin toplantı başkanı olması gibi bir durum yoktur. Çocuklarda dahil olmak üzere her birey aile içinde bu toplantılarda söz hakkına sahiptir ve fikirleri değerlendirmeye alınmalıdır. Ancak çocukları aşan, maddi durum veya sadece büyüklerin karar vereceği konuların toplantıda açılmaması gerekir.
          Öncelikle, aile toplantılarının sürekliliği ve takibi için ‘aile kültürü’nün oluşması gerekir. Yani aile bir aradayken neleri yapmaktan hoşlanır-hoşlanmaz? , aile bireylerine göre hayattaki önem verdikleri kavramlar nelerdir? (doğruluk,dürüstlük,empati,yalan,sigara,alkol…), aile toplantıları haftada bir veya iki haftada bir olacak şekilde her aile bireyinin evde olması ve toplantıya katılmasıyla geçirilen bir saatlik süreçtir. Aile kültürünün oluşması ve kavramların her birey için aynı önemi taşıması, birlikte yapmaktan zevk alınan durumların belirlenmesi 5-6 ay zaman alabilir. Ancak aile birliği işte bu noktada oturmaya başlamış olacaktır. Daha sonra ailedeki bireylerin sorumlulukları hakkında konuşma aşamasına geçilebilir.
          NE YAPMALI? Sorumluluk söz konusu olunca çocuklardan toplantıya katılmak istemeyenler olabilir. Ancak "aileye aidiyet" konusunda konuşarak ve anne babanın bu konudaki kararlılığıyla, toplantı daha sağlıklı bir şekilde başlayıp devam edebilecektir. Her bireyin yaşına, cinsiyetine, potansiyeline, ilgisine ve gerekliliğe göre yapması gerekenler paylanır. Yemek yapma, yemek yeme, çöp atma, pazara-markete gitme, ev-oda düzeni, ütü yapma, para idaresi, harçlık dağılımı ve idaresi, ödev… vs ne gerekliyse ve yapılması gerekiyorsa konuşulmalı. Toplantıda konuşulması gerekip ancak unutulanlar, hafta içerisinde eksikliği hissedilip hatırlanınca not edilmeli ve bir sonraki toplantı gününde bahsedilmeli. Eğer sorumlulukları yapılmazsa ne olur ve yapılırsa ne olur gibi konu üzerinde fikir alışverişi yapılmalı, bir sonraki toplantıda yapılmadığı için aksayan sorumluluklar üzerine düzeltmek için konuşulmalıdır.
          NE İŞE YARAR? Aile toplantılarında her birey öneride bulunabilir. Bu konudaki anne babanın tutumunun doğru olmasıyla, çocukta olumlu etkileri olacaktır. Fikrinin önemsenmesiyle çocuk değerli hissedecektir, özgüveni artacaktır, aileye olan aidiyet duygusu pekişecektir, bu durum sorumluluk duygusunun yerleşmesini sağlayacaktır, ailede birliği ve bir arada olmayı artıracaktır, yaşanılan kötü anılar da konuşularak kin duygusunun önüne geçilmiş olunur ve fikirlerini ifade etmesiyle toplumda da insan ilişkileri sağlıklı olan bireyler yetişmiş olur… 
Faydalı olması dileğiyle…


Aile Danışmanı
Hümeyra Yıldız

3 Şubat 2018 Cumartesi

EVLİLİKTE GÜVEN

evlilikte güven ile ilgili görsel sonucu  Kimi dinlerseniz dinleyin, hangi makaleyi okursanız okuyun, evliliğin en esas gereklilikleri arasında GÜVEN gelir. Ben de buna dayanarak evlilikte güven konusunu başlı başına ele almak istedim. 
          Güven, Türk Dil Kurumu'na göre; "Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat" anlamına geliyor. İlişkilerde de böyledir. Partnerinin istemediği bir şey yapıp yapmayacağı ile ilgili duyduğu korkusu ve kuşkusu olabiliyor eşlerin. Mesela taraflardan biri bu duyguları yaşadığını partnerine ya bir şekilde hissettiriyor, ya da partnerini rencide edici bir üslupla ifade edebiliyor. İşte bir ilişkiye giren bir şüphe (konu ne kadar aydınlığa kavuşmuş olsa bile) o günden sonra o ilişkiye yeni bir yol çiziyor. Bu yolda güven değişmeye başladığı gibi peşinden sevgiyi, saygıyı, sadakatı, hitapları da sürükleyerek ilişkiyi tamamen başka bir şekle bürüyor.
          Evliliklerde eş seçimi bu yüzden çok önemlidir. Güven duyulmayan bir insanla girilen yolda mutlu olmanın ihtimali bile olamaz. Gerçek bir güven hissi ise evlilikte huzuru, mutluluğu peşinden getirdiği gibi, o duygunun verdiği rahatlıkla eşler "BEN" olmayı unutmadan "BİZ" olmayı yaşayabilirler. Gerçek bir evlilikte de "BEN"leri silmeden birleşen eşler vardır...
          Evliliklerdeki "Gerçek Güven Hissi"nden bahsetmişken açıklamak isterim.
* Gerçek güven olmayan evliliklerde; eşinin telefonunun şifreli olması ve şifrenin ne olduğunu kendisine söylememesi onu rahatsız eder. (Peki neden eşinin telefonuna bakmak istiyor?)  [-]
=> Gerçek güven olan evliliklerde; eşinin telefonundaki şifrenin ne olduğu umrunda bile olmaz, işi olup bakması gerekirse de şifresini sorup açar, şifreyi bilmiyor olmanın altında bir bit yeniği aramadığı gibi, eşi de telefonuna bakıyor olma sebebini merak bile etmez. [+]
* Eve geç gelmesinin altında art niyet arayarak soru bombardımanına tutar ve eşini sıkar. [-]
=> Eve geç gelmesinin sebebi bellidir veya gelince şüphesiz bir tavırla muhabbete dahil edilen bir konu olur. [+]
* Ayda yılda bir çiçek alması, ya bir hata yapıp özür dilemesini ya da bambaşka şeyleri anlatır. [-]
=> Nadiren de olsa aldığı çiçek çok değerlidir ve kendisini sevdiği, düşündüğü için aldığı hissi vardır. [+]
* Üzerine sinen karşı cins parfüm kokusu kötüye yorulur. [-]
=> Karşı cins parfüm kokusu otobüste yanına oturan kişiden bile geçebilir, yani böyle ufak tefek şeylerle mutsuzluğu çağırmaya gerek duymaz. [+]
          Bunlar sadece misaller. Elbette ki polyannacılık oynayın demiyorum ama kuşkuyla yaşamak bir evlilikte huzursuzluktan başka bir şey getirmez. Hatta bekleneni getirir ve aldatmayı doğurur. Çünkü bilinenin tersine aldatmalar yüzünden evlilikler bitmez, biten evliliklerden dolayı aldatmalar gerçekleşir (istisnalar hariç)... Güven, bir evliliğin temelleri arasında, ancak eşler etkili iletişim kuramıyorlarsa, yani düşüncelerini, duygularını, kuşkularını partnerinin de duygu düşüncelerine önem vererek ona anlatamıyorsa burada da bir sıkıntı doğmaya başlar. Hem de hiç yoktan yere olabilir. 
          Evlilik; Etkili iletişim, güven, sevgi, saygı, fedakarlık, empati, önemsemek... diye birbirinin peşi sıra gelen bir emeği gerektirir.
          Yani mutlu evlilikler bir ŞANS ile değil, bir ÇABA ve EMEK sonucu oluşur...
          MUTLULUK ise bir SONUÇ değil, birlikte gidilen bir YOL, bir SÜREÇtir...

                                                              Aile Danışmanı
                                                              Hümeyra Yıldız