13 Ocak 2023 Cuma

ZEHRA VE ANNE




Pazar günlerinin gelmesini iple çekiyordu Zehra. Babası onu ve ablasını her pazar kırlara götürürdü. Her pazar aynı, Zehra'nın heyecanı hiç eksilmezdi. Annesinin hazırladığı atıştırmalıklarla piknik yaparlardı. Topladığı papatyalarla önce kendine güzel bir taç yapar, sonra annesine vermek için koca bir demet hazırlardı. Koşar, taklalar atar, gülüp eğlenirlerdi. Rutinler hoşlarına gidiyordu. Ama o anılarda annesinin olmadığını ve aslında olmasını istediğini yıllar sonra farketti Zehra. Annesi dikiş dikiyormuş meğer. Ek gelir diye aileye destek içinmiş falan. Ama Zehra'nın istediği aile vaktinde annesinin de olmasıydı. Bir kaç saatini ayırsaydı çok bir şey kaybetmezdi. Neden sevgisini göstermiyordu annesi. Yoksa sevmiyor muydu onu? Annesi kızlarını öpmez, sevdiğini söylemez, kalbini kırdığında özür dilemezdi. Zehra öyle olur sandı hep, 'küçüklerden özür dilenmez.' Bir gün arkadaşının annesi kızından özür dileyince afalladı Zehra.  Anneler kızlarından özür diler mi? diye sorgulamaya başladı. Sevdiğini söyler mi... Sorular peşi sıra geldi. Eksikliğini hissettiği çok şey oldu. Peki neden? Kendi annesinden görmedi diye mi? Ama Zehra'nın anne sevgisine ihtiyacı vardı. Gençliği bu sorularla ve dalgalanan anne kız ilişkisiyle aktı gitti. Anne oldu Zehra. Annesini değiştiremezdi, onu öyle kabul etmeyi öğrendi. Annesinin onları sevmediğinden değil de, sevdiğini söylemeyi öğrenmediğindendi bütün bu eksiklik. Bu yüzden kızlarına sürekli sevdiğini söyler, sarılır öper, özür dilerdi Zehra. Bunu annesinden öğrenmişti. En derinden biliyordu ki, bir anneden gelecek bu yaklaşımlarla çocuk kendini değerli hissediyordu. Bazen öğrenmek için rol model olmasına gerek kalmıyordu işte. Zehra'nın anneliğinden, annesi de kendine düşen payları almaya başlamıştı. Ama hala Zehra'nın yüzüne onu takdir ettiğini söyleyemedi. Tek fark, Zehra büyüdü, olgunlaştı ve annesini anlıyordu. Onu seviyordu ve öyle kabul ediyordu. 


"Kised (Kitap Sevdirme Derneği) Öykü Atölyesi için; Öykü Denemeleri-1"

28 Mart 2019 Perşembe

ÇOCUĞUNUZA KİTAP OKUYOR MUSUNUZ?


 Ebeveynlikte anne babanın çocuk yetiştirirken dengede olması, çocuğun gelecek hayatının kalitesi açısından oldukça büyük öneme sahiptir. Günümüzde çocuk yetiştirme ekolleri aldı başını gidiyor. Batı ekolü, doğu ekolü, doğal ebeveynlik ekolü, bağırmayan anne ekolü, ödülsüz-cezasız ekol… ve daha bir çok çocuk yetiştirmede ses getirmiş ve anne babaların kafasını bulandırmış ekoller… Şu doğrudur, bu doğrudur diyemem ancak bir ekolü olduğu gibi yaşamaya çalışmak ne kadar mantıklı onu pek aklım almıyor. Kendi annelik karakteri veya anneliği geçtim yaşam tarzı olarak kendisine uygun olup olmadığı konusunda tam olarak o takip ettiği anne veya baba modellerine uygun mu acaba diye öncelikle düşünülmesi, tartılması gerekiyor. Tabi en oluru bir durumu olduğu gibi kabullenmektense, Allah’ın insanlara verdiği “aklı” kullanarak, ebeveynlikte de bir yol çizmek gerekiyor diye düşünüyorum.
Bir mesleği icra edebilmek için en az 4-5 yıl dirsek çürütülüyorsa, anne-babalık da eğitim ve gittikçe kendini geliştirmek isteyen bir meslektir. Çünkü burada söz konusu “insan yetiştirmek”tir. Böyle gelmiş böyle gider düşüncesiyle eski dönem annelik ve babalık bilgileriyle bu çağın çocuklarına ulaşmak imkansızdır. Özellikte teknoloji çağı olarak geçen son dönemin çocukları, yani alfa kuşağı gümbür gümbür gelirken bu çocuklarla iletişime geçmek hiç de sandığınız yoldan veya sevdiğiniz ekolden olmayabilir. Bağırmayan anne olmak derdine tüm duygularını içine atıp, aslında kendisi olmadığı rollere bürünmeye çalışırken, kendinden giden benliklerle gittikçe mutsuzlaşan, kendini eksik hisseden, gergin anne modelleri türemeye başladı. Evet bağırmayan anne olmak bir çok aileye huzur getirmiş olabilir ama bu onlara uygun bir yoldur, eğer uygunluğu oturmayıp zorlamaya çalışılan bir durumsa, şartları çok da zorlamamak gerekir. Bir annenin de duyguları vardır ki bu kızgınlık, üzgünlük, kırgınlık olabilir. Bunları yaşayıp çocuğuna aksettirdiği için vicdan azabından bir yerlere sığamayan anneler, artık anneliğin ve çocukluğun bu tek çizgisinde takılıp kalmamalı diye düşünüyorum. Çocukların temiz dimağlarında daha çok olumlu anılar iz bırakır. Bu yüzden haksız yere fazla bağırdıysanız, üzülmeyin her şey bitmiş değil. Doğru iletişim yollarıyla çocuğunuzu önemsediğinizi ve sevdiğinizi söyleyip özür dilemeniz, onda çok güzel hisler ve anılar bırakacaktır. Önemli olan; kırgın, kızgın veya üzgün olmuş olmanın, tüm sınırları aşıp çocuğa hakaret etme veya (fiziksek, psikolojik fark etmez) şiddet uygulama hakkını vermediği bilincidir.
kitap okuyan anne ile ilgili görsel sonucuŞimdi asıl anlatmak istediğim konuya gelelim. Günümüz anneleri ekol derdine düşüp, çocuk yetiştirmekte birbiriyle yarışmaya ve hatta başka annelerin farklı tarzda yetiştirmelerini aşırı derecede yanlış bulup, onların çocuklarına acımaya o kadar takılmış bir durumda ki, atladıkları çok önemli bir detay var. Üstelik bu, detay diye anlatacağım kısım ise çocuğun tüm hayatının kalitesini etkileyecek bir şeydir. Bağırınca ne yapacağını şaşırıp telafi edebilmek için bin takla atan anne-babalara bir hatırlatma sadece. Bağırmalarınızın telafisi edilebilir, merak etmeyin. Ya hemen ya da başka bir anda bunu çocuğunuzun beyni silip yerine sevgi dolu anılar ekleyebilir. İçiniz rahat olsun. Ancak sebebinin siz olduğunuz ve telafisini sizin yapamayacağınız, hatta çocuğunuzun da ya yapmayacağı ya da yapabilmek için oldukça fazla uğraşması gerekeceği bir durumdan bahsediyorum. ÇOCUĞA KİTAP OKUMAK!!!
Henüz okumayı bilmediği için çocuğa hiç kitap alınmayan ev sayısı hiç de azımsanacak gibi değil. Peki okumayı öğrenince kitap okumayı seveceği veya alışkanlık haline getireceği beklentisi de nereden geliyor, bu da merak konusu… Öncelikle anne-babaya düşen en büyük görev model olmak, okuyor gibi yapmak değil, OKUMAK. Çocuğun aklında okuyan anne baba resmi yerleşirse kitaba karşı merakı olur. Bir de okumayı öğrenmesine kadar beklememek gerekir. Bebeklikten itibaren ayına- yaşına- ilgisine göre gittikçe ne alıp okuyacağınızı bileceğiniz bir duruma geleceksiniz zaten. Bebekler için kartondan yapılan ve sadece resimden ibaret olan kitapların hiç de hafife alınmaması gerekiyor. Her sayfada o resmin ne olduğunu söyleyip geçmektense, üzerinde bir şeyler anlatıp, detaylar verilerek çocukta merak duygusu uyandırılabilir ve kitap sevgisi aşılanabilir. Başta dediğim gibi anne-babalık da gelişmek ve eğitim ister. Anne-babalar kendini ne kadar geliştirirse, o kadar kaliteli çocuklar oluşur. Kitap okuma isteği, bilgisi, sevgisi 2 yaşındaki bir çocukta da olur ve emin olun artan kelime dağarcığına, özgüvenine, kendini ifade etmesine ve siz okudukça ezberlediği sayfaların aynılarını tekrar size anlatmasına hayret ve hayranlıkla şahit olacaksınız.
Unutulmaması gereken önemli bir konu olarak gördüğüm için bu makalede sadece kitap konusuna değindim. Aslında ekollere takılıp unutulan ve ilerde telafisi zor olacak nice değerlerimiz var hayatımızın kalitesi için… Bir düşünmek lazım. X ekolü, Y ekolü, Z ekolü peşinde koşmayın. Gelişen anne baba olma yolunda ilerleyin. Koşmasanız da sadece ileri doğru gidin. Bu dönemin çocuklarına bu şekilde ulaşabilir ve değerlerine bu şekilde değer katabiliriz. Yoksa yeni nesile yazık olabilir korkusu beni hayli sarmakta!!
Aile Danışmanı
Hümeyra Yıldız

GÜLSÜM HANIMIN KIZI

diploma yeminli tercüme
-"Kitap okumuyor. Saatlerce çizgi film izliyor, başından kaldıramıyorum. Hele telefonu eline aldı mı, mümkün değil bırakmıyor. O kadar merakla ve heyecanla sormama rağmen, gününün nasıl geçtiğini hayatta anlatmaz mesela..." diye konuşmasına devam ediyor Gülsüm hanım.
Sadece kızının yapmasını istediği ama bir türlü yaptıramadığı davranışlarına odaklanmış bir şekilde, uzuuunca bir liste gibi akıp gidiyor söyledikleri.
Halbuki faydalarindan, zararlarından bahsedip davranışlarıyla ilgili açıklamalar yapmış, onu uyarmış, önemsemiş olmasına rağmen bir çocuk bunu yaparsa, hiç uyarılmayan çocuklar nasıl olurdu kim bilir diye düşünüyor içten içe.
'Peki ya o dakikalarca kendisi oyun kuran çocuklar, kitap okumayı ve incelemeyi seven çocuklar, hayatlarında telefon ve televizyon sınırını kabul eden çocuklar, hele hele gününün nasıl geçtiğini anlatan çocuklar... Bunlar nasıl oluyordu? Hepsini onemsememe rağmen benim kızımda neden yerleşemedi bu özellikler?...' diye sorgulamaya başladı kendisini.
Araştırdı, sordu, okudu okudu, düşündü ve artık anlamıştı. Biliyordu. Bu dedikleri çok önemliydi ve kızının hayatına yerleşmesini istiyordu ama bir eksik vardı. Kendi hayatında bu saydıklarına ne kadar önem veriyordu acaba? İzlediği veya izlemese bile sürekli açık olan televizyon, kitaplıkta kendisine ait sadece  bir kaç tane olan üzeri tozlanmış kitap, elinden düşürmediği telefon, kendi gününün nasıl geçtiğini anlatmadığı gerçeğini düşününce, yüzüne tokat gibi vurulmuştu sorularının cevabı. 
Gülsüm hanım kızının değil aslında kendisinin güzel bir değişime ihtiyacı olduğunu anladı ve uzuunca bir liste yaptı, ama bu sefer kendisi için. Kararlıydı, listeyi hayata geçirecekti. Ve bu süreçte kızına yapmasını istediği şeylerle ilgili bir uyarıda bulunmayacaktı. Çünkü yapmıyor olması sebebiyle kızına "yap" demeye artık kendinde hak görmüyordu. Kırk gün kadar, kendi hayatı için sınırları olan ve yeniliğe açık bir sürecin sonunda, kızının da değişmeye başladığını gördü. Kızı bu süreçte gözlemlemişti annesini tabiki. Ve artık değişimle ilgili kızına bir açıklama yapma zamanı gelmişti.
-"Sana önceden yapman için söylediğim hiçbir şeyi kendim yapmadığımı farkettim. Dolayısıyla dediklerim doğru olsa bile, sana etki etmiyordu. Kendimde artık uyarma hakkı görmedim ve önce kendim uygulamaya başladım. Çok geçmedi farkettin değişikliği ve sen de bana katıldın. İlk yaptığım yanlış bir yaklaşımdı bunun için özür dilerim. Bundan sonrası için birlikte bir liste yapmaya var mısın?" 
Gülsüm hanımın  kızı artık annesindeki değişimin güzelliğinin farkındaydı ve birlikte yapacakları şeyleri düşündüler.
Uzun zaman sonra dışarda bir yerde Gülsüm hanımla karşılaştığımda çantasında kitabıyla gezdiğini öğrendim ve Gülsüm hanım kızının artık hem kitap okumayı çok seven bir kütüphane üyesi, hem de gününün nasıl geçtiğini detaylarıyla anlatan bir çocuk olduğunu söyledi.
-"Öyle ki bazı anlattıklarında bu küçük detaya ne gerek var diye düşünüyorum ama anlatmadığı zamanların acısını çıkarırcasına o anlatıyor ben de hevesle dinliyorum..."

11 Ocak 2019 Cuma

UNUTMAYIN! O SİZİN EŞİNİZ


Kadın ve erkek evlenir, eş olur birbirine. Canım der, aşkım der, karıcım-kocacım, sevgilim der. Eşine
seslenirken sevgi de ekler hitabına. Hatta ne güzel der çoğu çift: “Eşime ismiyle hitap ettiğim zaman,
anlar ki ona kızgınımdır.”
Bir insanın toplum içinde taşıdığı rolleri vardır. İnsandır, kadındır, erkektir, annedir, babadır, evlattır,
arkadaştır vs… Her bir rolünü gerektiği yere göre kullanır. Eşine eş, arkadaşına dost, ebeveynine
evlat.. Rollerinden biri diğerinin yerine geçerse iletişim ne hale gelir bilinmez ve insan bunu
dengeleyerek yaşamına devam eder.
Peki bu durum çocuk için de aynı mıdır acaba? Çocuk, yaşam mücadelesini ve ne yapması gerektiğini,
dünyaya geldiği aileden öğrenir. Biraz önce bahsettiğimiz eşlerine sevgi ekleyip hitap eden kadın ve
erkeğe, çocukları olunca ne oldu dersiniz? Dünyaya gelen nur topu gibi evlatlarının adı Deniz olsun. O
kadın; Deniz’in annesi, o erkek; Deniz’in babası oluyor. Evet, anne-baba olmaları gayet güzel ve
heyecan verici bir gelişmedir. Ancak kadının ve erkeğin, anne-babalık rolleri o kadar baskın olmaya
başlıyor ki, birbirlerine eş olma rollerini unutuyorlar. Bu durum basit gibi görünse de, özellikle
erkekler bir süre sonra eşlerinin sadece “anne” olarak var olmalarından rahatsızlıklarını dillendirmeye
başlıyorlar. Bu dillendirme, bazen sözle olabiliyor ama çoğunlukla hal diline yansıyor ve eşler arası
soğumalara sebep olabiliyor. Kadının eşine seslenmesi; “Babası, biz bugün parkta yeni bir arkadaşla
tanıştık!.” gibi babalığı üzerinden olup, çocuğuyla kendini bütünleştirip, babayı dışta bırakacak
(ötekileştirecek) bir şekilde olabilirken benzeri bir durum olarak babadan da bir örnek gösterelim:
Erkeğin eşine seslenmesi; “ Annesi, altımıza yaptık biz.” gibi örnekler yaşantımız içinde gayet normal
bir diyalog olarak devam eder. Artık aşkım’lar, sevgilim’ler yerini annesi, babası’na bırakmıştır.
Hitaplarıyla duygularına gönderdikleri sevgileri artık azalmaya hatta yok olmaya başlamıştır. Güzel söz
duymadıklarını fark ettiklerinde, eşler için uzun bir zaman geçmiş olabiliyor. Çocuğu üzerinden
diyaloğa devam eden eşlerde sorun olan sadece çift ilişkisi olmakla kalmıyor. Çocuğun kendiliğini fark
etmesi de tehlikeye atılıyor. “Parkta kimin yeni arkadaşı oldu, altına yapan kim, kim uyudu, kim
yemek yedi…” Çocuktan bahsederken onu kendisi olarak anlatmak gerekiyor, anne babanın kendisiyle
birleştirerek anlatması değil. Ve bu makalenin asıl amacı; eşlerin birbirine olan rollerini unutmaması
gerektiği mesajıdır. Birbirlerine eş olmaları evlilik için çok değerlidir ve eş olmanın her zaman taze
kalmasında, hitabın da payı vardır. Bir de konuya çocuk açısından bakacak olursak; çocuğun anne
babasını tek tek yaşamaya hakkı olduğu kadar, anne baba ilişkisini de görüp bilmeye ve bunu
yaşamaya hakkı vardır. Birbirini seven ve bu sevgiyi çocuğunun önünde belli eden eşlerin çocuklarının
daha mutlu olacağı aşikar. Bir de olayın kıskançlık boyutu var tabi. Çocuğuyla kendini birleştirip diğer
ebeveyni dışlayan hitaplar çocukta da o bağımlılığı kabul etmeye ve diğer ebeveyni dışlamaya sebep
olabilir. Karı-kocanın birbirine sarılmasına müsaade etmeyen çocuklar bu duruma örnek gösterilebilir.
Çocuğunuza onun ebeveyni olduğunuzu belli ettiğiniz kadar birbirinizin de eş olduğunuzu belli
etmeniz gerekiyor.
Mutlu çocuk, mutlu aile, mutlu karı-koca ilişkisi için, belki de her ayrı bireyin kendi rollerini doğru
yerde kullanmaları yeterli olacaktır.
Aile Danışmanı
Hümeyra Yıldız

6 Eylül 2018 Perşembe

ÇOCUKTAN MEKTUP

ÇOCUK MEKTUP ile ilgili görsel sonucu "Ben küçük bir çocuktum. Hatalar yapardım. Eksiklerim de çoktu. Arkadaşlarımda olan güzel davranışlar bende yoktu mesela. Annem, özür dilemem gerektiği yerler olunca bana söylerdi, öyle özür dilerdim, ama gocunarak, isteyerek değil de mecburen olduğu için özür dilemek bana çok koyardı. Annemi de üzdüğüm zamanlar olurdu ve hatalı olduğumu, özür dilemem gerektiğini bilsem bile çıkmıyordu iki dudak arasından bir özür. Ya da mırıl mırıl bir şeyler çıkıyordu bazen. Sonradan anladım bu gocunmaların sebebini, özür dilemeyi neden başaramadığımı, ya da kendime yakıştıramadığımı... Çocuk da olsam bana yapılan haksızlıklara bozuluyordum doğal olarak. Ama bu durumlarda annem benden haksız olmasına rağmen hiç özür dilemezdi. Görmediğimden bilmezdim de özür dilenmesi gerektiğini. Büyükler küçüklerden özür dilemez düşüncesiyle büyüdüm ben. Orta okul yıllarımda mahalleden arkadaşımın annesi, kızını yanlış anladığını ve onu kırdığını fark edince özür diledi. Neee!! Anneler çocuklarından özür diler miydi hiç?! Bu ne kadar değişik bir sahneydi. Ben hiç yaşamamıştım bunu. O gün anladım galiba özür dilerken neden zorlandığımı. Bana örnek olarak değil sözlerle öğretilmeye çalışılıyordu özür dilemek.

Annem herhangi bir konuda üzgünken, ağlarken onu teselli etmek isterdim. Sarılıp beraber ağlamak, rahatlatıcı şeyler söyleyebilmek, 'canım annem, sen ağlama kurban olayım, seni çok seviyorum' diyebilmek... Annemin o hallerine karşı içimde hep bir düğüm olarak kalırdı, benim bu yapmak istediklerimi yapamayışım. Neden çok istesem de sarılamadım acaba, ağlamak gelse de içimden neden ağlamamaya çalıştım annem ağlarken, canım annem diye neden diyemedim... Sonradan anladım, annem bana ne zaman canım kızım kurban olurum diye bağrına basıp sarıldı ya da sevdiğini söyledi mi hiç acaba diye düşündüm, bulamadım. Görmemiştim ki, anneme yapmak istediklerim bana yapılmadı diye varmamış elim... Büyüdüm bana sordu, niye hiç canım annem demiyorsun kızım bana diye... Sence niye anne?! Çok isterdim!!!

Yapardım bir şeyler, elbet vardı başardıklarım, ilgi alanlarım, hobilerim, kazandığım ödüller... Ama ben hiç bir zaman o kız gibi olamadım annemin gözünde. O kız bazen mahalleden komşuydu, bazen en yakın arkadaşım, bazen kendi gençliği, neyse ne, o kız hep değişe değişe çıktı karşıma yıllarca başka insan olarak ve ben asla o kız gibi olamadım. Biliyorum bende olmasını istediği özellikleri başkalarıyla karşılaştırarak yapacağımı düşünüp (yani iyiliğimi isteyip) yaptı bunu annem.. Ama sonuç olarak ben hiç bir zaman o kız olamadım ve hep bir eksik kaldım annemin gözünde. Üstüne üstlük o kızdan nefret eder olmuştum..."

O küçük çocuk konuşmaya bir başlasa susmaz aslında, anne derin izler bırakır çocuk üzerinde, ya iyi ya kötü izler... fark etmez, eğer anneden kalan bir iz ise hiç bir zaman geçmez. Yani demem o ki, sevin çocuklarınızı, sadece sarılmak veya istediklerini yapmak olarak kalmasın sevginiz, bol bol söyleyin "seni seviyorum" diye, söyleyin ki sevgisini ifade edebilen bireyler yetişsin, duygularını gizlemesin, içinden ağlamasın sevdiğini söyleyemediği için. Çocuğunuzdan da özür dileyin, herkes hata yapar, dileyin ki hatasını fark eden, hassas yürekler yetişsin. Veee en önemlisi çocuğunuzu olduğu gibi, olduğu kadarıyla kabul edin, saygı duyun hayallerine, sizin hayalinizi yaşatmaya çalışmayın, onu destekleyin, başkalarıyla karşılaştırmakla hedefinize ulaşamadığınız gibi tam aksi duygulara sebep olabilirsiniz.

Son olarak; Evet, ben annemden öğrendim, anne sevgisi çok önemliymiş, her an hissettirip sıklıkla söyledim.  Özür dilemek çok insani bir davranışmış, küçük büyük olma şartı yokmuş, her hatamda özür diledim. Karşılaştırmak çok yaralarmış, çocuğumun duygularına düşüncelerine değer verdim, saygı duydum. Ve annemin bana önceden dediği gibi ben bunları anne olunca anladım...


                                                                                  Not: birisi

5 Eylül 2018 Çarşamba

ÇÖZÜM ODAKLI AİLE DANIŞMANLIĞI

      aile danışmanlık ile ilgili görsel sonucu    Aile danışmanlığında bir çok ekolle karşılaşıyoruz. Son zamanlarda sık kullanılan ve benim de danışmanlıklarımda tercih ettiğim ekollerden birisi Çözüm Odaklı Kısa Süreli Terapi (ÇOKT) tekniğidir. Çözüm odaklı aile danışmanlığında, danışmanlar danışanlarını dinlediklerinde problemi anlayıp nasıl çözülebileceğine odaklanırlar. Yani problemi daha derinden anlamayı hedefleyip problemle alakalı sorular sormaktansa, çözüme nasıl ulaşılabilir diye yönlendirmeler yapılır, farkındalık oluşturulur. Kısacası, problemi konuşmak yerine çözümü konuşmayı seçerler.
          ÇOKT ekolünde geçmişe değil, geleceğe odaklanılır. Danışanın getirdiği sorun ne kadar eskiye dayanırsa dayansın danışman için önemli olan çözüme gitme yollarını bulma ve aileye bunu farkettirmektir.
          ÇOKT ile ailelerin bakış açısı da kalıcı bir şekilde olumlu yöne çekilebilir. Probleme odaklanan ve işin içinden çıkamayan aileler, takılıp kaldıkları noktalardan kurtularak daha pozitif bakmayı öğrenirler ve hayatlarında karşılaştıkları sorunlara karşı da, çözüme ulaşmayı hedefleyerek yaklaşmaya başlarlar. ÇOKT için problemin ne olduğu değil, ne olmadığı önemlidir ve ona doğru yol alınır. Problemin ne olduğunu konuşmak, ailenin sürekli motivasyonunu düşürüp moralini bozabilir diye savunan ÇOKT, ailenin kısa sürede motivasyonunu yükseltip beklentilerine odaklanmasını amaçlar.
 direnmek ile ilgili görsel sonucu         Çözüm odaklı terapilerde en önemli ilkelerden birisi de ailenin değişime istekli olmasıdır. Direnç kavramını hayatlarından çıkararak danışmanla iş birliği yapmaları gerekir ki, böylece yol katedebilirler. Küçük bir değişim yeterli olur ve bununla motive olarak ailenin daha büyük değişimlerin olacağına inancı ve güveni artar.
          Her durumda kullanılabilecek bir yöntem olmayabilir belki ama aile danışmanlığı için gelen ailelerde oldukça güzel sonuçlanan bir ekol olduğu bir gerçek. 

                                                              Aile Danışmanı
                                                              Hümeyra Yıldız

16 Mayıs 2018 Çarşamba

ÇOCUK GELİŞİMİNDE CİNSELLİK

          Cinsellik; insan hayatının bebeklik, çocukluk, ergenlik ile birlikte tamamını ilgilendiren ve her sürecinde farklı ama birbirleriyle ilişkili gelişimleriyle insan hayatına etki eden bir yöneliştir.
          Bu yönelişin dönemlere göre geçiş süreci, insanın tüm hayatını etkiler. Bu konuda özellikle ebeveynlerin, çocuklarının gelişimlerinin her alanında olduğu gibi cinsellik gelişim takibini de önemsemeli ve dönemine göre çocuğun neler yapabileceği hakkında bilgi sahibi olarak hazır bulunmaları gerekir. Böylelikle sağlıklı atlatılan bir cinsel gelişim dönemiyle çocuğun ileriki yaşlarında sağlıklı bir cinsel hayatı olmasına zemin hazırlamış olurlar.
          Freud'a göre cinsel gelişim beş dönemde incelenir. Ben de, bu beş dönemden bahsedeceğim ve dönemlere göre ebeveynlerin çocuklarına doğru yaklaşımlarda bulunmaları için örneklerde bulunacağım.

  1. Oral Dönem: Bu dönem 0-1 yaş grubu olan, gelişimin ilk basamağıdır. Bebek bu dönemde ağızdan besin almaktadır, bu onun için haz kaynağıdır. Tüm ihtiyaçları, algılarını, kendini anlatım şekli vs.. ağız yoluyla gerçekleşir. Bebek bu dönemde her şeyi ağız yoluyla tanır, tadar, emer, sevmeyince tükürür... yani bebek sürekli alıcı konumundadır. Bebeğin temel güven kazanma dönemidir ve bu dönemin sağlıklı atlatılmasıyla bebek annesine karşı temel güven duygusunu kazanmış olur. Annesiyle samimi, sıcak duygular yaşayan çocuğun yaşam boyu diğer insanlarla olan ilişkisi de benzer nitelikte olur. Çocuğun annesinin memesini emerken, bağları kuvvetlendiği gibi duygusal ilişkisi de kurulur. Bu sebeple annenin panik olmasıyla çocuğun panik, annenin rahat olmasıyla da çocuğun da rahat olduğu gözlemlenmiştir.
  2. Anal Dönem: 3 yaş sonuna kadar geçerli olan bir dönemdir. Çocuk bu dönemde dışkısını tutup bırakmayı öğrenir ve bu durumdan zevk alır. Artık kaslarını kontrol edebildiği bir dönemdir ve tuvalet eğitiminin bu dönemde verilmesi gerekmektedir. Bu dönem aynı zamanda, çocuğun inatçılık dönemidir. Tuvalet eğitimi döneminde ebeveynin bu süre zarfındaki baskıcı ve katı tutumu çocuğun hayatı boyunca inatçı, cimri, yıkıcı özellikleri olmasına sebep olabilir. Bu dönemin, ebeveynin sabrı, sevecenliği ve hoşgörüsüyle sağlıklı atlatılması gerekir.
  3. Fallik Dönem: 4-6 yaş dönemini kapsar. Bu yaş grubu erkek çocuk annesine karşı hayranlık duyar. Babasını bir yandan rakip olarak görse de, diğer yandan kendi cinsiyetinden olduğu için hayranlık duyar ve örnek alır. Bu yaş grubu kız çocuk babasına karşı ilgi duyar. Annelerini kıskanır, hatta rakip olarak görebilirler. Kız çocuk babasına karşı duyduğu bu hayranlıktan dolayı annesini örnek almaya başlar ve kendi cinsiyetiyle özdeşleşir. Erkek çocuk da aynı şekilde annesine duyduğu ilgiden dolayı kendine babasını model alır. Böylece çocuklar örnek alacağı modelleri belirleyip cinsiyet çatışmasını çözümlemeye çalışırlar. 
  4. Latent (Gizil Dönem): 7-11 yaş grubu çocukları kapsayan dönemdir. Bu dönemde cinsel roller sağlamlaşır, pekişir. Kızlar kızlarla, erkekler erkeklerle oynamayı tercih ederler. Toplumsallaştıkları bir dönemdir ve toplumsal kurallar bu yaş grubu için çok önemlidir. Çocuklarda anne-baba modellerine bir de, öğretmen ve akranlar eklenir. 
  5. Genital (Ergenlik) Dönem: 12 yaş ve üzeri olan bireyleri kapsayan dönemdir. Çocukluğun bağımlılık döneminden, erişkinliğin bağımsızlık dönemine geçiş başlar. Bu dönemde hızlı beden gelişimi ve cinsel uyanışla kişinin ruhsal dengesi sarsılır. Kişi cinsel organlarından zevk almaya başlar. Bu dönemin amacı ergenin aileden bağımsızlaşarak, karşı cinsten kişilerle sağlıklı ilişkiler kurabilmeyi öğrenmesidir. Anne babalar bu dönemi yaşayan gencin ilgi ve ihtiyaçlarını gelişim özelliklerini tanıyıp, ona karşı saygılı ve anlayışlı davranarak sorunlarını çözmede yardımcı olmalıdırlar. (wikipedia.org)
          Ebeveynler çocuklarının dönem geçişlerindeki gelişimlerle ilgili ne kadar bilgili olurlarsa o kadar sağlıklı bireyler yetiştirebilirler. Tabii ki, sürekli okuyup kitaba dayalı bir annelik ve babalık yaşanmasından bahsetmiyorum. Burada demek istediğim anne babalık doğaçlama olarak ilerleyen bir şey değildir ve gelişim, bilgi isteyen süreçtir. Edinilen bilgiler verimli ve doğru bilgiler olduktan sonra aile türüne göre uygularken, aile doğallığını kaybetmemelidir. Günümüzde annenin bilgi edinmek için kendini kasma çabası yeterince mutsuzluğa sebep olmaktadır. Bu yüzden doğru olan yeterli bilgiyi uygulamak ve hislerle ebeveynliği yaşamak gerekir. Bilgi elbette anne-baba olma konusunda önemlidir ama her şeyin başında çocuğunu sevmek ve onunla olan bağını korumak vardır. 

Aile Danışmanı
Hümeyra Yıldız